"TEO"

65 14 8
                                    



Elleriyle tuttuğu sigarasına bile can veriyordu demiştim ya hani. Ellerin neden uzak hala demiştim. Yine söylüyorum, ellerin neden uzak hala Teoman Zifir? 

Elleriyle tuttuğu gitarına can veriyordu şimdi. 

O kadar güzel çalıyordu ki, işimi yapmamı engelliyordu. Çeşit çeşit içki dolu tepsiyle aniden duraksadığım da, "Vazgeçti benden sevdiğim kadın," diye şarkıyı mırıldandı. Dudaklarını okuyabiliyordum, bana bakmıyordu. Önünde duran çocuk şarkıyı söylüyor, Teoman gitar çalıyordu. Can veriyordu demeliydim. Dalmış gibiydi, geçmişi hatırlıyordu da içi paramparça oluyor gibiydi. 

"Derin, çocuğu kesmeyi bırak da işini yap," diyen Yasemin'e ters ters bakıp masalara içkileri bırakmaya başladım. Burada olmaktan rahatsızdım ama mecburdum da. Boran elini havaya kaldırıp beni işaret ettiğinde, gözlerimi devirip; "Buyurun?" diye mırıldandım. "Ne buyurun ya? Saçmalama Derin. Mutfağı gösterir misin diyecektim." Kaşlarımı çattım. "Ne için göstereceğim mutfağı?" Bu sefer de Boran kaşlarını çatmıştı. "Bira alacağım?" Sıkıntıyla oflayarak bir adım geriledim. 

"Ben getiririm," Aniden kolumu tutup, beni kendine çektiğinde gözlerim Teoman'ı aradı. Kaşları çatık, elinde tuttuğu gitarı her an Boran'ın kafasında parçalayacak gibi duruyordu. Kafamı sağa sola sallayıp, gelmemesini işaret ettiğim de hala kaşları çatıktı. "Bırak ne yapıyorsun? Yasemin, nişanlının tasmasını iyi bağla. Bayağı gevşek bırakmışsın." diye tısladım. Kolumu silkeleyerek Boran'dan kurtardığımda, "Biranızı getiririm, siz olduğunuz yerde kalın." diyerek mutfağa doğru ilerledim. Arkamdan; "O benim nişanlım falan değil," dediğini duymuştum. Umurumda değildi. 

Mutfağa girer girmez, kolumu tutan elle korkarak arkama döndüğüm de rahat bir nefes almıştım. "Yarım saat sonra çıkabilirsin, burada iki yüz lira var. Geldiğin için teşekkürler, bu da benim kartım. İşe ihtiyacın olduğun da arayabilirsin canım." Bizi yönlendiren şef kadına hafifçe tebessüm edip, uzattığı parayla kartı arka cebime sıkıştırdım. Yavaşça arkama dönüp, hızlı hızlı lavaboya doğru yürüdüm. Makyajımın bozulmasını umursamadan elimi yüzümü yıkadım. Nefes nefese kalmıştım. Ellerimi lavaboya yasladığım da yandaki peçeteyle kurulayıp aynaya baktım. Arkamda duran Boran'dan başkası değildi. "Sevgilin nasıl dertli şarkı söylüyor öyle," Pis pis sırıtarak üzerime doğru yürüdü. Çeşmeyle, Boran'ın arasında sıkıştığımda, kokusu hala aynıydı. Erkeksi, sert, tehlikeli. "Doğum günü eğlenceli geçer demiştim ama hüzünlü şarkılar söylediler, yine de eğlendik biz." Ellerini iki yanımdan geçirerek lavaboya yasladı. İyice üzerime eğilmişti, bunu istemiyordum. Hep yara bereydim ondan sonra, iyileşmiyordu ruhum. Teoman gelene kadar.  "Seni o kadar özledim ki Derin," Gözlerini sımsıkı kapatıp, dudaklarını saçlarıma bastırdı. Midem bulanıyordu, bana dokunmasını istemiyordum. Ona dokunmak da istemiyordum, ondan tiksiniyordum. Ellerimi göğüslerine yerleştirip hızlıca uzaklaştırdım kendimden. "Bana dokunma, sakın bana pis ellerinle dokunma." Kaşlarını çatıp, hala uzun olan saçlarını elleriyle çekmeye başladı. "Ulan zorundaydım diyorum, o piçle nasıl sevgili oldun? Hiç mi düşünmedin, biz bir daha beraber oluruz diye?" Bu kadarı fazlaydı, sinirden gözlerim doluyordu. "Onun hakkında düzgün konuş, piç olan sensin." diye tısladım. Tehlikeli gülüşlerinden birini sergilediğinde eskiden bu gülüşüne bile ne kadar aşık olduğumu hatırladım. Güzel günlerimizi, beraber hastahaneden kaçtığımız günleri. Sağ elimle kafama vurup, bağırmaya başladım. "Sana aşık olan bu aklıma sıçayım," Elimi kafamdan çekip, sertçe sol göğsüme vurdum. "Sana aşık olan bu kalbime de sıçayım," Kollarımdan tutup beni kendine doğru çekti. "Bırak, dokunma. Yalvarırım bana dokunma Boran." Ağlamaya başlamıştım, sinirlenmiştim. Korkuyordum, kendimden nefret ediyordum, bana dokunan her yerimi yakıp kül etmek istiyordum. "O çocuğu tanıyorum, annesi yurda bırakmıştı küçükken. O beni tanımaz, benden bir iki yaş küçüktü. Bir samimiyetimiz yoktu zaten," Gülmeye başladı. "O tam bir piç." diye bağırdığında cebinden çıkardığı beyaz hapı ağzına götürerek, hızlıca yuttu. Ardından, iki tane daha hapı ağzına atarak çeşmeyi açıp su içti. Önüme gerildiği için kaçamıyordum. "Yalan söylüyorsun," Daha fazla gülmeye başladı. "Piç olan sensin, başımıza gelen her şey senin yüzünden. Hala devam ediyorsun bunu içmeye, Allah belanı versin ben her gün ölmeyi denedim senin yüzünden." Kollarımı daha sıkı tutup beni göğsüne bastırdı. "Şş tamam geçti," Keşke şu an burada ölseydim, kendimden daha fazla nefret edemezdim çünkü. Bu sefer daha sertçe onu ittiğimde, gülümsedi. Gözleri dolmuştu, ağlayacak gibi duruyordu. Ben iyileşmiştim belki ama o hala tam bir ruh hastasıydı. "Seni o kadar özledim ki Derin, öl desen şu an burada ölürüm." diye fısıldadığında, kahkaha attım. "Bize bulaşmadan istediğin cehennem de ölebilirsin Boran," 

N E P E N T H E ( ZİFİRİ SULAR )Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin