Dudaklarımız büyük bir uyum içerisindeyken hiçbir şey düşünemiyordum.
Gerçekliğinden şüphe duyar gibiydim. Aklım almıyordu.
Nefes almak için ayrıldığımızda alınlarımızı birleştirdi. Gözlerimi açmaya korkuyordum. Rüya olmasından korkuyordum.
Elmacık kemiğimi okşayan elini hissettiğimde bir kez daha kendimden geçtim.
"Çok güzelsin."
Sessizce konuştuğunda yutkundum.
Gözlerimi yavaşça açtım. Beni izlediğini fark ettiğimde yanaklarımın kızardığına emindim.
Az önce öpüşen ben değilmişim gibi utanıyordum. Ama bu gülümsememe engel değildi.
Parıldayan gözleri kalbimi hızlandıran gülüşüyle birleşince bir kez daha hissettim, aşık olduğumu, tüm hücrelerimde.
Burnumun üzerine minik bir öpücük kondururken yanağımdaki elini çekmemişti.
"Hyunjin... Bu gerçekten oluyor değil mi? Hayal görmüyorum?"
Ellerimi ensesinde birleştirirken de hissetmiştim, gerçekti. Ama sormadan edememiştim.
Gülümsediği için gözleri kısılmıştı ve hayatımda gördüğüm en güzel manzaraydı.
"Gerçek, bir o kadar da güzel."
Kafamı omzuna yasladım. Kokusuyla uyumak istiyordum. Buradan çıkmak istemiyordum.
Kolları belime dolanırken huzur doluydum, hiç olmadığım kadar.
Her şey mükemmeldi ama kafama takılan bir şey vardı.
Kafamı kaldıramayacak kadar yorgun hissettiğim için öylece sordum.
"Peki, neden bir hafta boyunca bana hiçbir şey demedin, yazmadın?"
Sorumla birlikte istemesem de yerimden kaldırılmıştım. Belimdeki eliyle beni geriye çekmiş yüzüne bakmamı sağlamıştı.
Yüzündeki gülümseme yoktu ama gözleri hala duygu doluydu.
"Güvenim kalmamıştı kimseye, bu yüzden uzak duruyordum herkesten. Ailem ve bir iki arkadaşım dışında kimseyi hayatıma dahil etmiyordum. Seni diğerleriyle aynı kefeye koymak istemedim. Bekledim o yüzden. Emin oldum kendimden. Bir günlük heves olmadığını anladım. Gerçekten hoşlandığımı anladım senden."
Sözleri beni duygulandırırken tekrar ağlamamak için tuttum kendimi.
Biliyordum. Duvarları olduğunu, uzak durduğunu. Bunca yıl boyunca anlamıştım bunu.
Ama benden hoşlanma ihtimalini hiç düşünmemiştim. O kadar kapalıydı ki herkese karşı. Şansım olabileceğini hiç düşünmemiştim.
"Seni seviyorum."
Hem gülüyor hem de ağlıyordum. İstemesem de birkaç damla yaş düşmüştü gözlerimden, tüm kalbimle söylemiştim.
Yaşlar dudaklarıma kadar indiğinde yavaşça yaklaştırdı yüzünü.
Tuzlu su dudaklarımın üzerinde hareket ederken öptü beni. Tutku yoktu yine. Duygularını öpüşüyle anlatıyordu. Sevgisini yansıtıyordu.
Alt dudağımı emerken elim saçlarına gitmişti. Uzaktan izlerken bile yumuşaklığını hissettiğim saçlara dokunmak, mükemmeldi.
Doğanın sessizliğine ses katan öpüşme seslerimiz melodi gibi geliyordu kulaklarıma.
Son kez dudaklarımı öpüp fısıldadı.
"Seni seviyorum."
Son kez öptüm ben de dudaklarını, tam gülüşünün üstünden.
O kadar güzeldi ki. Burada, bu anda kalmak istiyordum sonsuza kadar.
"Seungmin-ah, hiç gitmek istemiyorum buradan ama saat geç oldu, annenler merak etmesin daha fazla bebeğim."
Hüzünle kafamı sallıyordum ta ki bebeğim lafını duyana kadar.
Gözlerim şokla açılırken ağzım kulaklarıma varana kadar gülümsüyordum.
"Bebeğim mi?"
Gülerek sorduğum soru, onu da gülümsemişti.
"Evet, bebeğim değil misin sen benim?"
Tekrar sarıldığımda mayışıp kalacaktım ki kollarını çekip ellerimi tuttu.
"Koca bebek seni. Kalk hadi gidiyoruz."
Zorla ayağa kalktığımda kendimi sarhoş gibi hissediyordum. Hwang Hyunjin şarabını içmiştim.
Ben ayakta baygın gözlerle ona bakarken o çoktan çöplerimizi poşete koyup eline almıştı.
Boşta kalan eliyle yanıma gelip elimi tuttuğunda anca kendime gelebilmiştim.
İskeleden ayrılıp çimenlik alana geçtiğimizde Hyunjin'in elindeki çöpü atacak konteyneri gördüğümüzde durduk ve birbirimize bakıp aynı anda koşmaya başladık.
Koşarken kendimi özgür hissediyordum. Çocuklar gibi eğleniyorduk.
Aslında hala çocuktuk biz.
İçtiği sigaranın, kullandığı motorun, iri vücudunun aksine büyümemişti Hyunjin.
Çevresindeki insanların onu olgun görmesine, ailede söz sahibi olmasına rağmen büyümemişti Seungmin.
Onlar hala çocuktu ve çocuk kalmaya devam edeceklerdi.
Yazamıyorum bu ne cidden.