Bölüm 22 "Şizofren?"

64 12 9
                                    

Kendimi bildim bileli, yasak işlerde hep gözüm olmuştu. Yanlış işlerle uğraşır, doğruları bir kenara atıp tehlikeli şeylerin peşinden koşardım.

Lise yıllarımın başında, çaldığım sınav kağıdı cevaplarının suçunu sıra arkadaşıma attığımda olduğu gibi, şu an da yaptığım yasak işten tuhaf bir zevk alıyordum. Kimsenin yapmak istemediği şeyleri yapmak, yanından bile geçemedikleri sularda yüzmek bir şekilde hoşuma gidiyordu. Annem bu huyumun beni belanın içine sürükleyeceğini ve o zaman bu kadar şanslı olup kurtulamayacağımı söylemişti.

Belanın içinde olan kendisiydi zaten, demek bunun farkındaydı.

Karşılaştırmak istemediğim fikirler bir bir boğuşurken aklımda, derin bir uykuda olan Elliott hep aklımın bir köşesinde yok değildi. Üç yıldan fazla bir süredir hayallerimin içinde yaşıyordum. Onun hayal olamayacak kadar gerçek olması bir şekilde beni kendi dünyamdan çekip gerçek dünyaya getiriyordu. Ancak benimle beraber, tehlikeli hislerim de peşimden gelip, gerçek dünyada kendilerine yer buluyorlardı. Şu an bulunduğum yer ise, tehlikeli bir suç işleme hissinin Elliott'un yatağında yer bulmuş haliydi.

Kısa süre önce uykuya dalmıştı. Kollarının arasındayken kıpırdamak zordu, özellikle adrenalinden kaynayan bedenim hızlanırken düşünme yetimi yavaş yavaş kaybediyordum. İhtiyar gelmeden kalkmam gerekiyordu. Beni burada yakalarsa açıklama yapamayacağım bir köşeye sıkışmış olacaktım. İspiyonlanmak son istediğim şeylerden biriydi.

Yavaşça kıpırdandığımda uykusu hafif olan Elliott etrafıma sıkıca sardığı kollarını gevşetip gözlerini açtı. Öyle sıkı tutmuştu ki beni uyurken, fark ettiğinde yaşadığı şaşkınlık beni gülümsetmişti.

"Ne kadardır uyuyorum?"

Yatakta oturur hale gelip elini dağınık saçlarının arasına daldırdı. Keşke şu an, bir akıl hastanesinde değil de, kendi evimizde olsaydık diye geçirdim içimden. Ancak o zaman benim evimde olmam gibi bir şansım bile yoktu.

Geniş ve kuvvetli sırtını kaplayan beyaz tişörtünde elimi gezdirdim. "Çok değil, az bile uyudun." Odanın diğer ucundaki ihtiyarın yatağının boş olduğunu fark etti. "Senin ihtiyar daha gelmedi."

Başımı yastığa yasladığım koluma dayamışken, örtünün altında ayaklarımı kıpırdattım. Dönüp bana baktı. "Oysa ben  hemşireler hastalarının nerede olduğunu bilirler sanırdım."

"Bu hemşire yalnızca bir hastayla ilgileniyor."

"Öyle mi? Kim acaba?" Uyku mahmurluğuyla gözlerini ovaladı. Hiç bırakmadan ona sarılmak ihtiyacı bende bağımlılık haline gelmiş, eksikliğini bir an bile hissetmediğim derin bir alışkanlığa dönüşmüştü. Hayatımın geri kalanını onun kolları arasında geçirmek muhteşem bir seçenekti her ne kadar mümkün olmasa da. Uzandığım yerden kalkıp arkadan kollarımı beline doladım ve burnumu sırtına dayayıp kokusunu içime çektim.

"Böyle sarı saçları var. Saçları dağınık hatta. Lüleleri genelde karman çorman."

Anında lafımı kesti. "Birincisi, saçlarım sarı değil, çünkü sarı dersen insanın aklına limon sarısı gelir ki benim saçlarım öyle değil. İkincisi, saçlarım lüle değil, lüle daha kıvrıktır, ne bileyim; benimkiler dalgalı işte."

Bu konuşmayı tekrar yapmak ve onunla inatlaşmak benim için bir eğlenceydi. Ona göre ise eğlenmekten ziyade kendini yanlış betimleniyor gibi hissediyordu. Ona hakaret falan etmiyordum ama o bundan hayli rahatsızdı. Oysaki her şeyin doğru olması gerekmiyordu. Fazla doğrular insanı yanlışlara meylettirirdi. Bana göre o sarı saçlı bir oğlan çocuğu gibiydi. Ona göre ise açık açık; hatta çok açık kahverengi, dalgalı saçları olan, yakışıklı bir adamdı.

Yitik Kitaplar Mezarlığı [Tamamlandı]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin