Bölüm 2 "Yarını istemek?"

197 22 2
                                    

Dün geceki uykusuzluğumun diğer gecelerdekinden farkı, kabuslar yüzünden değil düne ait düşüncelerimden kaynaklanıyor olmasıydı. Göğsümde gezinen o tanıdık acı her zamanki gibi sonsuz bir yürüyüşe çıkmıştı. Korkularım, duygularım ve amaçlarım onunla beraberdi. En büyük amacıma yelken açmak için hazırda bekliyordu. Acı verici olsa da yapmak zorunda olduğum şeyin gerçeğinden daha beter olamazdı.

Mola saati bittikten on dakika sonra odaya varmış ve Nazende Hemşirenin sorgusuna maruz kalmıştım. Nerede olduğum hakkındaki sorusuna her zamanki yalanımı söylemiştim. Görünmeyen kanatlarım olduğunu söylemişti. Hayranlıkla ya da acıma duygusu ile bulanmış bakışları yüzümdeydi. Hiçbir zaman olduğum yerde durmadığımı ve bana imrendiğini açıkça belirtmişti. Bir yere bağlı değildim ve bu beni mutlu eden ufak sebeplerden yalnızca biriydi. Daha sonra da ilaçlarımı aldığım konusunda yemin dahi etmiştim.

Aslında son birkaç aydır olduğu gibi yine ilaçlarımı içmemiştim.

Sabah kahvaltıya Zeliha'nın bugünkü gezintimize dair yakarışları eşliğinde inmiştim. Ona bugün beraber gezeceğimizi hatta Nazende hemşirenin bize izin vereceğini anlatmaya çalışmıştım. Bu konu hakkında endişelenmemesi gerektiğini söylemiştim ancak tüm ikna çabalarıma rağmen tatmin olmamıştı. Gezinti bitip odaya dönene kadar da bitmeyecekti anlaşılan. Israrı rahatsızlık verecek türdendi. Başa çıkacak sabrımı yıllar önce tüketsem de kendi kendime söylenerek başetmeye çalışıyordum. Elbette sonu gelecekti, hiçbir şeyin sonsuza kadar sürmeyeceğini bildiğimden ondan kurtulmak konusunda aceleci davranmıyordum.

Hayat aceleci davranmak için çok kısaydı. Paniklemek, sonsuza kadar aynı şekilde devam edecek gibi düşünmek gereksizdi. Tüm acılar, mutluluklar ve kaderin ufak cilveleri toz olup gidecekti.

Kahvaltı tabağını alıp bir masaya oturduğumuzda gözlerimle diğer masaları taradım. Dün ani bir şekilde tanıştığım kişiye bir türlü rastlayamamıştım. Büyük ihtimalle buraya gelenlerin ilk günlerde yaptığı gibi odanın bir köşesinde ağlamakla meşgul olduğunu düşündüm. Tüm zihnim onda olsa da gözlerimi farklı noktalara çevirip onu aramadığıma kendimi inandırmaya çalışıyordum. İçimdeki merak fazla kabarmıştı. Bu beni rahatsız etse de bir şekilde def etmemem gereken bir his gibiydi. Sanki, eksik bir şeyi bulmuşum gibi davranıyordu zihnim. Dünkü adamı aramaktan vazgeçtim, tabağımı bugün bitirmeye kararlıydım.

Kendimi daha fazla zorlamadım ve yemeye çalıştım. Yumurta bugün her zamankinden daha da bir lapaydı. Yemeklerinden nefret ediyordum, midemde bıraktıkları o buruk hissiyatı yaşamamak için günlerce aç kalmayı tercih ederdim. Düşüncelerime dalmak üzereyken, yemekhanenin giriş kapısındaki biri dikkatimi çekti.
İki hemşirenin koluna girdiği ve ancak omzuna gelebildikleri bu adam dün tanıştığım kişinin  kendisiydi.
  
Hatırladım, adı Selim'di.

Boş ve kızarmış gözlerini yere dikmiş yürüyorken onu bir masaya oturttular. Yemek yemek istemediği her halinden belliydi. Hipnoz olmuş gibi gözlerimi ondan alamıyordum. Eline tutuşturdukları çatalı sıkıca tutarken gözleri bir anlığına benimkilere deydi. Gözleri gözlerimde bir şeyler arıyor, bana bir şeyler söylemek istiyor gibiydi. Daha dikkatli baktım, ancak anlayamadığım şeyler ve aşamadığım engeller vardı.  Donakaldığımı anlamış olacak ki Zeliha nereye baktığımı anlamaya çalıştı. O esnada Selim gözlerini benden çekmişti ve çoktan yere sabitlemişti.

"Nereye bakıyorsun öyle?" Dedi Zeliha.

"Hiç, gözüm dalmış sadece."

"Neyse, bugün beraber gezeceğiz değil mi?"

Nerdeyse yüzüncü kez soruyordu.
"Evet" dedim. "Evet, bugün öğleden sonraki uzun molada beraber bahçede gezeceğiz. Tamam mı?" Sesimdeki bıkkınlığı anlamasını umuyordum ama çabamın nafile olduğunun da farkındaydım. Israr etmekten asla vazgeçmeyecekti. Son kalan sabrımı sömürene kadar konuşacaktı.

Yitik Kitaplar Mezarlığı [Tamamlandı]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin