Park Seonghwa. Karşımdaki geniş koltukta bacaklarını aralamış oturuyor, hiç gözlerini kaçırmadan bana bakıyordu. Elindeki içkisini bana doğru havaya kaldırıp kafasına dikti ve muzip bir tavırla gülümsedi. Sertçe yutkunurken beni tanımamasını umut ettim.
Üstünde bizim okulun forması duruyordu. Beyaz gömleğin ilk üç düğmesi açıkken, siyah saçları dağılmıştı. Tamamiyle dağınık gözüküyordu.
Gözlerini üzerimden çekmemek konusunda kararlıydı. İnatla gözümün tam içine bakıyor, hareket etmemi zorlaştırıyordu. Şarkının bitmesine az kalmıştı, sadece biraz daha dişimi sıkmam gerekiyordu.
Burada ne işi vardı? Tesadüf eseri bulmuş olamazdı, uyuşturucu mu kullanıyordu? Belki de kadın pazarlıyordu? Bir tanıdığı olabilir miydi? Ama olsaydı onunla olurdu sanırım. En önemlisi beni tanımış mıydı? Tanımaması imkansızdı, böyle şeyler sadece aptal pembe dizilerde olurdu, tabii ki beni tanımıştı. Ama ne diye bana kadeh kaldırıyordu ki? Neden Irene'ye veya Joy'a bakmıyordu? Eşcinsel miydi? Belki de biseksüeldi. Yine de neden bana bakıyordu? Bakılacak biri değildim ki.
Oturduğu yerde kıpraşıp dudaklarını yaladığında bakışlarının nedense derinleştiğini hissettim.
Sonunda şarkı bittiğinde sahneyi terk ederken son kez baktım ona. Arkamı dönüp baktığımı görünce göz kırptı.
Pekâlâ salak değildim, benimle flörtleştiğini anlamıştım ama bunu okulda yapmamasından onun sarhoş olduğunu da anlamıştım. Bu beni biraz olsun rahatlatırken kulisi dolduran bağırışmalar kulağımı tırmaladı.
"Yeosang o çocuk da kimdi öyle?! Resmen yedi seni, tanrım çok şanslısın." dedi Joy kolumu tutup heyecanla sallarken.
"Orada olduğu için heyecanlanmıştım ama sadece sana bakıyordu, bir de bize hayatımda kimse yok diyorsun utanmadan. Sana inanmıyorum." deyip dudağını büzdü Irene de.
"T-tanımıyordum ki. Kimden bahsediyorsunuz?" deyip kolumu Joy'dan kurtarmaya çalıştım. Amaçlarım arasında kulisi hızlıca terk etmek vardı. Bunu gerçekleştirebilmek için kapı koluna uzadığımda peşimde benimle beraber gelen iki arkadaşım vardı.
"Ve ben düzüm, bunu kaç kere söylemem gerekiyor tanrı aşkına." deyip iç çektim. Bardaki herkes benim eşcinsel olduğumu düşünüyordu.
"Şimdi sen bana ordaki afetten etkilenmediğini mi söylüyorsun?" dedi Irene şaşkınlık içerisinde.
"Bu doğru mu?" derken Joy diğer yanımda bitmişti.
"Evet, etkilenmiyorum." dedim sakince. Kendi odamın önüne geldiğimdeyse hızlıca "Çok yorgunum iyi geceler~" deyip kendimi içeri attıktan sonra kapıyı kilitledim. Derin bir nefes verdim. Gerçekten yorulmuştum, ve burada bir tanıdık görmek istediğim en son şeydi.
Park Seonghwa'ysa okulumda üst sınıflarda bir çocuktu. Okulda çevresi genişti, çok fazla ilgi görüyordu ve hakkında çıkan bir sürü dedikodu vardı.
Sürekli kızlarla düşüp kalktığı, okuldaki her kızla bir olayının olduğu gibi saçma sapan şeylerdi. Bunlara inanıyor değildim, insanlar duymak istediği şeyleri uydururdu. Ve Park Seonghwa'yla aynı cümle içinde anılmak okuldaki çoğu kişinin istediği bir şeydi.
Hakkında çıkan çoğu şeylere rağmen kimse onu birine sataşırken, zorbalık yaparken, veya bir kızla 'yiyişirken' görmemişti. Hatta onu bazen okulun bahçesinde arkadaşlarıyla gülerken görürdüm ve dilim tutulurdu. Gerçekten güzel bir yüzü vardı, her mimik ona yakışıyordu. Kız erkek herkes dönüp ona bir kere bakma isteği duyardı, ben bile.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
don't tell anyone/seongsang ◇
Fanfiction"Söz vermiştin." dedim beni tuttuğu elini kolumdan çekerek. Göz yaşlarım yanaklarımdan süzülüyordu, ona güvenmiştim. Ona güvenmek istemiştim. "Tuttum." dedi, sesi titredi, her ne kadar yalan olduğunu bilsem de doğru olduğuna inanmak istedim. İnanır...