Gözyaşları gözlerimden akıp gidiyorken ağzımı aralayıp Wooyoung'a baktım. Wooyoung merakla bana dönüp ne diyeceğimi bekledi.
"Beni seviyor..."
Sesim sadece bir fısıltı gibi çıksa da hissettirdikleri büyük bir çığdan farksızdı.
Bütün o bulanık aklımla yaptığım şeyler, onun yaptığı şeyler, hepsi bir anda geri gelmiş, dün geceyle alakalı her şeyi hatırlamıştım.
Seonghwa, bana iyi davranmıştı. Benimle ilgilenmişti, ve onun durumu da benden o an farklı değildi. Yine de beni düşünmüş, bana karşı kibar olmuştu. Beni sertçe becerip bir kenara atmamış aksine bana sarılmıştı. Ya söyledikleri? Onlarda ciddi miydi?
Park Seonghwa neden beni sevsin ki?
O an kafası gerçekten uçmuş olmalıydı.
Yumuşak sesi kulaklarıma dolunca ağlamam şiddetlendi. Şimdi art arda aynı cümleler beynimde yankılanıp duruyordu.
"Seni seviyorum Kang Yeosang."
Ağlarken omuzlarım sarsılmaya başlamıştı.
"Ben onun sevgisine karşılık veremem ki." dedim sesimi çıkarabildiğim kadar.
Karşımda oturan Wooyoung'ın gözlerinin dolduğunu fark ettim sonra. Ardından çenesinin titrediğini. Ne zaman ağlayacak olsa böyle olurdu zaten. Hızlıca ayaklanıp benden yüzünü gizleyerek askıdaki havlumu aldı.
"H-hadi, çok kaldın. Üşüteceksin." dedi havluyu bana doğru siper ederek. Sonra başını başka bir yöne çevirdi. Gözlerimi silip ağlamamı durdurmaya çalıştım.
Küvette ayağa kalktıktan sonra üstüme tuttuğu havluyu bedenime sardım. Kalkmamla başımın dönmesi bir olmuştu.
Hızlıca Wooyoung'ın omuzlarına tutunup gözlerimi kapattım.
"İyi misin?" dedi hemen. Onaylamak için başımı sallayıp ellerimi ondan çektim.
Yine de kolunu belime sarıp yürümeme yardım etti. Yavaş yavaş odama yürüyorken konuşmaya başladı.
"Şimdi senden yapmanı istediğim bir şeyler var." dedi yüzünü bana çevirip onaylamamı beklerken. Bu durumda yapmamı istediği değil, yapmak zorunda olduğum şeylerdi.
Tekrar başımla onayladığımda konuşmak o kadar zor geliyordu ki anlatamam.
"Bir en fazla iki gün boyunca kendini kötü hissetmen çok normal. Ama olabildiğince pozitif davranmanı istiyorum, tamam?" dedikten sonra yine başımla onayladım.
"Ve olabildiğince konuşmanı. Tanrım, duvarla konuşuyormuş gibi hissediyorum." dedi. Odama gelmiştik beni yatağa oturtup dolabıma yöneldi ve içinden giymem için siyah büyük hoodiemi ve gri eşortman altımı vermişti.
"Tamam." dedim bu sefer. Sesim çatallı çıkmıştı. Boğazımı temizledim.
Dolabın çekmecelerinden üzerinde tavuk parçaları olan boxerımla beyaz çoraplarımı da getirip yatağa bıraktıktan sonra kendi de yatağa oturdu.
"Önümüzdeki iki gün okulu ekeceğiz. Daha doğrusu sen ne zaman kendini iyi hissedersen o zaman gideriz. Birazdan da Mingi'yle konuşacağım."
"Ne diyeceksin? Dün de gitmedim zaten." dedim parmaklarımla oynayarak.
"Dün hasta olduğunu ve kötü hissettiğini söyledim, o yalanı devam ettiririz ve ben Kihyun'la konuşur benim yerime bakmasını rica ederim, olur mu?" dedi. Bir süre cevap vermedim. Tekrar gözlerim dolmuştu parmaklarımla oynamaya devam ediyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
don't tell anyone/seongsang ◇
Fanfic"Söz vermiştin." dedim beni tuttuğu elini kolumdan çekerek. Göz yaşlarım yanaklarımdan süzülüyordu, ona güvenmiştim. Ona güvenmek istemiştim. "Tuttum." dedi, sesi titredi, her ne kadar yalan olduğunu bilsem de doğru olduğuna inanmak istedim. İnanır...