Hissizleşmiştim. Ortamdaki sessizlik de buna katkı sağlıyordu. Zaman durmuş olmalıydı. Kafamı yerde yatan bedenden yavaşça kaldırdım. Saçları arasına karışmış elimi de çektim. Evet. Hala o depodaydık. Ve hala hızla gelişen birtakım olayların hükmü sürüyordu ortamda. Sessizlik...Küçük, farklı bir his bulmak umuduyla ellerimi yerdeki soğuk betona dayadım. Griden kırmızıya dönen betona... Soğukluğun parmaklarımdan avuç içlerime doğru yayılmasına izin verdim.
Telefonum ikinci kez titredi. İçimdeki soğukkanlılığa bir yandan şaşırıyordum. Yerde yatan bedenin sebebiyken doğru düzgün üzülemiyordum bile. Sanki bunu yapan ben değildim. Hatta yapanı bile tanımıyordum. Düşününce, belki de gerçekten tanımıyorumdur.
Ellerimi, zaten soğukluğuna alışmış olduğum betondan çektim. Cebimdeki telefonu çıkartıp ortamın biraz aydınlanmasına neden oldum. Arayan Joseph'ti.
"Al, neredesin?"
"Evde değilim."
Arkadan derin bir nefes alma sesi geldi.
"Zaten o yüzden aradım. Neredesin? İyi misin?"
"Bilmiyorum. Kötü olmam gerek ama olamıyorum. Bu beni daha kötü yapıyor."
"Neler oluyor? Doğru düzgün anlat. Hiç mantıklı konuşmuyorsun. Bella da yok.Yanında mı?"
Sesi duymuş olsa gerek sükunetinden burada olduğunu bile unuttuğum Bella, karanlığın içinden geldi ve telefonu elimden aldı.
"Joseph, sanırım gelmen gerek."
"Konuşmaya başladığımız andan beri nerede olduğunuzu öğrenmeye çalışıyorum Bella!"
Bella, olduğumuz yeri tarif ederken zihnimin yavaşça açıldığını hissetmeye başladım. Olanları daha yeni yeni kavramaya başlamam kalbimdeki yükü daha da ağırlaştırıyordu.
Bella telefonu kapatıp bana döndü. Yüzünde değişik bir ifade vardı.
Sesimin titremesine engel olamadım.
"Bella, ben ne yaptım!?"
Kollarını yavaşça bana sardı.
"Senin bir suçun yok Al. Tüm suç bende ve Robert'ta."
******
Dışarıdan gelen sessizliği motor sesi bozdu. Kafamda bir açıklama yaratmaya çalışıyordum ama manzara her şeyi açıklıyordu zaten.
Uzun ama yavaş adımlarla içeri girdi. Yine bir silüetti... Yiten silüet ardından bir yenisi daha yaklaşıyordu. İç güdüsel olarak yerdeki silahı elimle iterek kendimden uzaklaştırdım. Yapmak istemesem de yapabileceklerimden korktuğum için.
Yaklaştıkça Joseph'in yüzü netleşti. Gözlerimin içine bakarken yüzündeki karamsarlığı ve hüznü görebiliyordum. Biraz da şaşırmış ve korkmuş görünüyordu. Ama bunu çok kolay gölgeleyebiliyordu.
Kendisinden yedi yıl çalmış olan, şu an ayaklarının dibinde yatıyordu ama bunu gram umursamıyor gibiydi.
Belki de küçük bir umut kırıntısıyla yere eğildi. Parmaklarını nabzın atması gereken yere götürdü. Gözleri tekrar gözlerimle buluştuğundaysa parmaklarını çoktan çekmişti. Yüzümü elleri arasına aldı.
"Her şey düzelecek Al. Söz veriyorum. Bunun da üstesinden geleceğiz."
Yanaklarımdaki göz yaşlarını silmişken yeni gelenleri de bir çırpıda yok etti. Bir elim karşımdakinin omuzlarından güç alırken diğer elimse abimin kolundaydı. Sanki hala yaşıyormuş gibi. Yerimden sıçramama neden olansa cebinde aniden titreşen telefon oldu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HURTS LİKE HELL
Mystery / ThrillerHep aynı şekilde işlenen cinayet... Tek kanıtsa her cinayet mekanındaki boş bir çikolatalı süt kutusu. "İntikam benim için soğuk yenen bir yemek değildir. Keyifle içilen çikolatalı bir süttür." "Ben bir katil olmak için fazla kötüyüm."