Merhaba, uzun zamandır yeni bölüm yayınlamadığımın farkındayım. Sizlerden özür diliyorum. Günlük hayatın akışından çıkmakta o akışın içerisinde kaybolup gitmek çok zor. Duygular ve düşünceler bizi o kadar etrafında döndürüyor ki... Hayatımın getirdiği sorumluluk ve olan olaylar dışında toparlamak, karar vermek, yazıya dökmek zaman aldı. Artık daha düzenli bir şekilde onların hikayesine devam edeceğim. Şimdiden oylarınız, yorumlarınız ve destekleriniz için teşekkür ederim.
İyi okumalar.
--------------------------------------------------
Günler birbirini kovalıyordu. Etrafımdaki herkes başka bir evrenden gelmişim gibi davranıyordu. Çünkü ben, ben değildim. Bir hamilelik insanı bu kadar mı değiştirirdi?
Annem ve babamdan önce şefkat rüzgarı sonra ise soru yağmuruna tutulmuştum. Bütün bunları yaşarken her şey daha kötüye gitmesin diye cümlelerimi yumuşatmak zorunda kalmıştım.
Bir hafta kadar annemlerin yanında kaldıktan sonra eve dönmenin zamanı bana göre gelmişti. Tek başıma yaşamak istiyordum. Aile olabileceğimize dair inancım gittikçe ufalanıyordu içimde. Bu masada baştan beri, -daha doğrusu kayınvalidemle tanıştığımdan beri- üç kişiydik. Üç ayaklı bir masaydı bu. Ve o bu ilişkinin, evliliğin yapı taşı olmayı başarmıştı.
Her şey bir yaz günü başladı. Güneşin alnında, sırtımda çanta, başımda şapka... Bütün sıcağı toplamak için yürüyordum sanki. Bütlere kalmamak için kitap yalasanız da işe yaramıyor bazen. Ve eğer söz konusu son düzlükse bu sizi daha da yoruyor. Mezun olmuş, kepi havaya atmıştım. Ancak bir dersi verememiş biri olarak elbette büte kalmıştım. O, gösterimlik olan üstüne kurdele bağlanmış diplomayı gerçekten hak etmem gerekiyordu.
Stresin ve kaygının yüzüme yansıdığı sivilcelerim ve güneş yanıklarımla memleketime dönmek için durakta bekliyordum. İlk önce otogara gitmeliydim. Ardımda bıraktığım üniversite hayatım boğazımda bir yumru, zihnimde bir durgunluktu. Son kez burada bulunuyordum. Burada, bir daha asla bu hâlimle bulunmayacaktım. Şarkıda da söylendiği gibi, ben o artık, o eski ben değildim. İyi kötü anılarla zihnimi meşgul etmeye çalışırken dalan gözlerimi yerden kaldıran onun varlığı olmuştu. Valizini yere birden bırakarak sırtını durağın camına yasladı ve hızlı nefeslerle çantasını karıştırmaya başladı. Telaşla ararken bacaklarında güç kalmamış olacak ki yere çöktü. Bir sorun olduğunu anlamıştım. Nefes almaya çalışıyordu, yüzü kızarmıştı. Yanına vardığımda, avucunun içindeki tüpü parmaklarıyla sabitledi ve ağzına doğru götürdü.
Derin nefeslerle içine çektiği astım ilacı, onun kurtuluşu olmuştu. Ona süre tanımak adına çevreme baktım. Çantamın yan gözündeki su şişesini ona uzatmak için eğildim. 'İyi misiniz?'
Nefesleri hâlâ derin derin alıyordu. Başını salladı hızlıca. Gözlerini bir kaç kez kırptı ve eliyle suyu almak istemediğini belirtircesine salladı. Yüzünde sudan tiksiniyormuş gibi bir ifade vardı. Nefes almak dışında bir şey istemiyordu sanki. Gözleri kapalı bir şekilde öyle kaldı bir süre. Ondan bir kaç adım uzaklaştım.
Arabaların egzoz kokusu, asfaltın erimesi, güneşin kafamıza geçiyor oluşu... Her şey bedenime basınç yapıyordu. Çatlayabilecek olsam çatlayacaktım. Şişedeki suyun çoğunu bir nefeste içtim ve şapkamı çıkardım. Yeniden takarken onunla yine göz güze geldik. Yutkundum. Sanki gözlerimizi kırpmadan bakmaya çalışıyorduk birbirimize. Önce o çeksin istedim gözlerini. Yüzümde uzunca bakılacak tek tuhaf şey sivilcelerimdi bana göre. Kaç saniye geçtiğini bilmeden kaldırıma indirdim yüzümü. Otobüs gelmemeye yemin etmişti sanki. Veyahut güneş onu eritmişti, kim bilir...
Bir kaç dakika içinde gelen otobüse bindiğimde akbilimi son kez kullandığımı fark ettim. Otobüs klimalı olduğu için şükrederken pencere kenarı bir koltuğa bıraktım kendimi. Onun bindiğini gördüğümde yüzümü cama döndüm. Karşıma oturmasını beklemiyordum. Otobüs neredeyse boştu. İstese daha rahat bir yere oturabilirdi. Otobüs yavaşça hareket ederken kulaklığımı çıkardım ve telefonuma taktım. Çalma listemi yurttan ayrılmadan önce hazırlamıştım. Yol boyunca dinleyeceğim şarkıları indirdiğim için hâlimden memnundum. Karışık çala bastıktan sonra yüzümü hızla geçmeye başlayan ağaçlara çevirdim. Kulaklarımda Erkin Koray'ın büyük bir coşkuyla söylediği Seni Her Gördüğümde şarkısı vardı. İçimden eşlik ediyordum ona. Üniversite ile beraber olmayan aşk hayatımda bitmişti. Olmayan şeyin acısı değildi elbette. Belki yokluğu varlığından daha hayırlı olandı bu.
Şarkı biterken kulağımdan çıkmak üzere olan kulaklığı takmak için elime yeniden aldım. Sıradaki şarkı olan Sevince'nin melodisi herkes tarafından duyuluyordu. Kulaklığın girişini tam takmamışım meğer. Büyük bir utançla durdurdum şarkıyı. Başımı kaldırdığımda yeniden göz göze geldik. İstemsizce gülümsedim. Yerin dibine girmiştim. Başımı çevirerek oturduğum yerden kalkmayı düşündüğüm sırada, 'Teşekkür ederim.' dedi.
'Az önce, durakta. Yardımcı olmaya çalıştığın için...'
'Rica ederim.' daha iyiydi. Yüzünün rengi, nefes alışverişi çoktan normale dönmüştü.
'Ben Kerim.'
'Ben de Feride. Memnun oldum.'
Her şey esasında böyle başlamıştı. Onun da otogara gidiyor oluşu ve sohbetimizin birden zamanın algısını farklı bir yöne savurması bizi birbirimize itmişti. Her yere zamanından erken gitme huyunun da sayesinde beni bineceğim otobüse kadar eşlik etmişti. Sohbetimizin yarım kalması ve aklının bende kalacağını söyleyerek telefon numaramı istemişti. İsterken o kadar çekinmişti ki. Cümleye 'Biliyorum saçma gelecek ama...' gibi bir şekilde başlamış ve yüzüme bakmamıştı.
Otobüs şehirden çıkmamıştı ki yaptığım şeyin ne kadar yanlış olduğunu fark etmiştim. Daha tam tanımıyor olmama rağmen ona numaramı vermek benim yapacağım bir şey değildi. İçimi tuhaf bir huzursuzluk kapladığında, en kötü numarasını engellerim diye düşündüm. Olan olmuştu. Öyle bir insan olmayabilirdi ama olması maalesef ki büyük bir ihtimaldi. Üniversitede duyduğum ve bazılarına şahit dâhi olduğum o kadar kötü olaylar vardı ki...
İçten içe dua ederken buldum kendimi. Lütfen kötü biri olmasın. Lütfen art niyeti olmasın, lütfen...
Zaman onunla sohbet ederken su gibi geçmişti. Memleketime bir saat kadar uzaktaydım artık. Saatlerdir oturmama rağmen yorulmuştum. Ayaklarım ve sırtım ağrıyordu. Güneş batmak için ufka yaklaşırken bastıran rahatsız uykunun esiri olmuştum. Ondan da yarım saattir yeni bir mesaj yoktu. Başımı arkaya iyice attım ve gözlerimi kapattım. Karışık listem başa dönmüştü. Sevince şarkısıyla uykunun kollarına doğru yürümeye başladım.
O zamandan beri, planlarım dâhilinde olmayan tek şey, onun varlığıydı. Telefonun diğer ucunda onun oluşu, samimiyeti, sohbeti, beni görmek için atlayıp gelmesi; mutluluğumda, yasımda yanımda oluşu... Ve aslında her şeyim oluşu... Birden olmuştu. Otobüs erken gelseydi, ben geç kalsaydım, o güne bilet almasaydım; onun erkenden varma huyu olmasaydı, astımı tutmasaydı, -çok sonra itiraf ettiği- benim şarkıyı sesli çalmamla onun bana tutulması gerçekleşmemiş olsaydı, cesaretini toplayıp konuşmasını tersleseydim... Her şey farklı olacaktı.
Ama buradaydık. Birbirimizin kalbine girmiş, orada kendimize bir oda bulmuş ve sahiplenmiştik. Sevince yeşermişti. Onu her gördüğümde, gözlerimi kapatıp onu hayal ettiğimde, zihnimden ışık hızıyla dâhi geçtiğinde yeşermiştim. Çiçek açmam böyle olmuştu. Böyle böyle dolmuştu mideme kelebekler... Bir ân ve sonrası zaman. Aşkın adı bizim hikâyemizde tesadüftü. Şehirden, üniversiteden, bambaşka bir hayatın dönüm noktasından bugüne gelen bir tesadüf...

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Cancağazım
Genel KurguFeride ve Kerim. Çağımızın çiftlerinde görülen sorunların, kavgaların içindeydi onlar. Ve ipler kopmak üzereyken günden güne büyüyen bir bebekle yeni bir düğüm eklendi hayatlarına. Belki de çözümdü... Birbirini seven ama birlikteliği beceremeyen bu...