Bölüm 11 "Rüzgar"
* 1K okumaya ulaşmışız, teşekkürler*
🍰
19 Yıl Önce;
Bir zamanlar, mavi gözleri parlak bir taş gibi parlayan gözleri olan genç bir kız çocuğu vardı. Eteğini kaldırır, dantel işlemeli beyaz çoraplarına aldırmadan çamura girerdi, parlak siyah saçları hiç düzgün kalmazdı. Hep kabarır, hep hareketli olurdu.
O küçük ama mutlu beden hayal kurardı; minik hayvanlarla dolu bir çiftlikte yaşayacaktı. Hiç gocunmadan toprağa ellerini batıracak ektiği sebzeleri toplayacaktı. Çünkü toprak onu sakinleştiriyordu. Toprak tüm kötülükleri bir yapışkan gibi topluyor ve gidiyordu.
Alberta.
Sevimli yüz hatlarına sahip, biraz hiperaktif genç bir kızdı. Sürekli koşmak, zıplamak isterdi. İnce bedenine sığmayan enerjisi onun hep başını belaya sokardı.
Alberta 16'sına girmiş genç bir kızdı. Etrafı onu severdi, o da herkese karşı iyilikle doldurudu küçük kalbini. Yine bahçelerinin topraklarında gezdiriyordu çıplak ayaklarını Alberta. Tüm gün onu yoran ne varsa toprağa akıyor ve ondan ebediyen uzaklaşıyordu. En azından Alberta böyle hissederdi.
"Alberta," güçlü tok bir ses boş bahçede adeta yankılandı. Alberta korkudan ne yapacağını şaşırmış tam dönecek iken ayağı diğer ayağına takılmış ve yüz üstü toprağa düşmüştü.
"Baba." Diye inledi acıyla Alberta. Ellerini iki yanına koyup kalkmaya çalışsa da yüzünü çok hızlı vurduğu için başı dönüyordu. Ayak sesleri işitti Alberta, babasının ona yardıma geldiğini düşündü. Fakat babası ona yardım etmedi; hiç acımadan, bir baba olduğunu hatırlamadan sivri burunlu ayakkabısının ucunu Alberta'nın sırtına koydu.
Küçük savunmasız kemikleri acıyla geriye itildi, babası tüm gücünü vermese bile Alberta bunun acısını ruhunda bir yara olarak almıştı.
Babası tarafından tam sırtına; iki kemiğinin ortasına bir yarık açılmıştı. Kanıyordu sürekli o yara, asla kapanmıyordu. Ara sıra kanaması dururdu sadece. Yine kanamaya başlanmıştı o yarası. Varlığını belli ede ede kanıyor, kapanmayacağını söyler gibi sızlıyordu.
Alberta şaşkınlıkla kafasını çevirmeye çalışsa da bir türlü başaramamıştı. Görüntü hâlâ net değildi, başında keskin bir ağrı vardı. "Bu seni üçüncü uyarışımdı, Alberta. Ucube gibi toprakla oynuyor, sorumluluklarını dikkate almıyorsun." Dedi babası duygusuzca. Alberta acıyla yüzünü buruşturdu. Babası eve erken gelmişti, haliyle Alberta'yı yakalamıştı. "O annen olacak işe yaramaz kadın sana bir şeyler öğretemiyorsa; bunu bizzat ben yaparım."
"Özür dilerim, baba," diye fısıldadı Alberta ağlamak üzere olduğunu belli eden bir sesle. Babası hiç umursamadı onu, ayağını çekti fakat bu sefer onu kolundan sıkıca kavradı. Alberta tüm acıyı unutmuştu, kolunun acısı daha baskındı şu an. "Özür dilerim, bir daha asla olmayacak baba." Alberta artık ağlıyordu, bembeyaz teni çamurla kaplanmıştı. Gözünde ki yaşlar yüzünde ki toprak parçalarının içine karışmıştı. Toprak artık hiç bir işe yaramıyordu almıyordu tüm sıkıntılarını, kurtaramıyordu onu babasından.
"İyi bir cezayı hak ettin sen," diye söyendi babası öfkeyle. Alberta'yı eski dökük kulübeye götürüyordu. Burada bahçe malzemeleri saklanırdı. Alberta çaresizce ağlıyor babasının onu yönlendirdiği yere gidiyordu. Annesini aradı gözleri, geriye döndü. Ve o mavi gözlerle karşılaştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
16.Yüzyıl Pastacısı
Fiksi SejarahCara Hamilton; Durham'ın en gözde ailesinin; Hamilton'ların tek kızları. 17 yaşında olan Cara; diğer kızların aksine evlenmek değil, tatlılar yapmak istiyordu. Tüm vaktini bir Dükün peşinden koşmak yerine mutfakta harcamak istiyordu. Marifetli elle...