Hyungun gelmeyişi,hastanede Jungkook'a sarılışım,Jungkook'un evimin önünde bana sarılışı,utanıp eve girmeye çalışırken bahçe duvarına çarpıp düşmemin üzerinden epey zaman geçmişti. Dolabımdaki son atıştırmalığı bugün ağlayarak yemiştim. Hala banyo yapamadığım için vücudum kokuyordu. Dışarı çıkamıyordum. Kesiklerim,pansuman yapacak kimsem olmadığı için enfeksiyon kapmıştı ve acıyordu. Çoğunun şiştiğini hissediyordum. Kırıkları bir kenarı toplamayı zar zor başarmıştım.
Yatağımda dizlerimi kendime çekmiş ve iki büklüm olmuş bir hâlde yatıyordum şimdi. Belki bu şekilde durursam eninde sonunda ölebilirdim. Ya açlıktan,ya hareketsizlikten,ya da...Bilmiyorum çok istersem son nefesimi verebilirdim.
İstemiyordum. Ben yaşamak istiyordum. Göz naklimi olmak,etrafımı görmek,bir işte çalışmak,kabartma yazılar yerine düz alfabeyi okumak istiyordum. Ama yapamazdım. Bu şekilde iken hayatımı kendi isteğim ile sonlandırmak son çaremdi. Naklime bir ay kadar bir süre vardı ve ben bir ay içinde bir mucize olmadan kurtulabileceğime,yaşayabileceğime inanamıyordum.
Saatlerce durdum öyle. Karnım ağrıyordu. Hyungun bana öğrettiğine göre ateşim de vardı. Bir halsizlik çökmüştü üzerime. Susamıştım da doğrusu. Dilimin damağıma yapıştığını çok rahat hissediyordum. Tanrım,böyle bir şey miydi ölmek? Ama radyoda insanlar üç gün,dört gün,hatta bir hafta aç ve susuz kalıp ölüyorlardı? Göremediğim için mi erken ölüyordum yoksa?
Kör olduğum için ölümüm de mi erken geliyordu benim?
Gece olduğunu sokaktaki seslerin hafiflemesinden,sabah olduğunu ise kuşların cıvıltısından ve öğlen olduğunu araç ve insanların fazla ses çıkarmasından anlamıştım. Şimdilik yaşama konusunda güzel gidiyordum. Eğer nakil ameliyatıma kadar bu şekilde durursam dayanabilir miydim?
Tak tak ve tak. Bunlar neydi? O ses neydi? Biri buraya mı yaklaşıyordu? Yan odalarda biri mi vardı? Dışarıdan mı geliyordu? Eşyalar mı dökülüyordu? Yok yok. Kapıydı bu. Yani hatırladığım kadarıyla kapının sesiydi bu.
Yatağımdan kalktım. Gözümün kararma gibi bir durumu yoktu ama başım dönmüştü bir an. Tökezlediğimde etrafımda tutunacak bir şey aradım. Bulamadım. Bedenim boşlukta savrulurken yeri boylamam çok sürmemişti. Çok canım acımamıştı ama. Israrla çalan kapım bana acımı hissetmek için yeterli vakit tanımamıştı.
"Geldim! Gelmeye çalışıyorum! Biraz bekleyin lütfen!"
Ellerimden destek alarak yerden kalktım. Bastonumu nereye koyduğumu hatırlamıyordum. Dönüp arayacak vaktim de yoktu. Duvarları parmaklarımla yoklayarak kapıyı buldum. Ellerim titriyor,dizlerim tutmuyordu. Sadece birkaç adımda nefes nefese kalmış,terlemiştim.
"H-hyung? Beni bıraktığını sanmıştım. "
Karşımda olduğunu tahmin ettiğim bedenin kucağına bıraktım sonrasında kendimi. Artık gücümün son damlalarını kullanıyordum. Gözlerimin yarı açık olduğunu hissedebiliyordum. Başımı yasladım göğsüne. O da refleksle belimi kavramıştı.
"Hyung~"
Mırıldandım. Hyung hep kendisini kediye benzettiklerini ama bu şekilde ona sırnaştığım zaman benim kediye benzediğimi söylerdi.
"Sana ne oldu böyle?"
Sıçramam gerekiyordu. Çekilmem,ondan uzaklaşmam gerekiyordu. Ama o kadar güçsüz hissediyordum ki şu an,başımı dahi düz tutmayı beceremiyordum. Hâl böyle olunca yasladım başımı göğsüne.
"Jungkook?"
Bulunduğumuz yerden hareket ettiğimizi anladım yüzüme çarpan hafif esintiyle. Evime girdiğimizde yön duygularımın aksaması yüzünden ona komut vermedim. O da zaten beni dinleyecek gibi değildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ㅣMokitaㅣ 'JiKook' /Quasimodo I
Fanfiction"Mokita herkesin bildiği ama konuşmadığı gerçeklerdir Jimin. Herkesin bildiği fakat konuşmaya cesaret edemediği gerçekler. Biliyor musun? Buna bir örneksin sen. "