"Yok. Ben yapamayacağım. Gidip Jimin'i alayım, sonra da çıkarız biz balayına. "
"Tanrım. İlkokulda sahnede şiir okuyacak çocuklar gibisiniz. Jimin'e gidiyorum, ben yapamam, sana geliyorum, ben yapamam. Evlenmeyin o zaman."
Önümdeki boy aynasından kendimi süzerken yeterince düzgün gözüken kravatımı daha da düzeltmeye çalıştım.
"Ya heyecandan bayılırsam- Hayır. Daha kötüsü, ya Jimin bayılırsa? O bayılırsa ben de bayılırım ama bayılmamam da lazım. Ayık olmalıyım ki-"
"Ne saçmalıyorsun sen ya? Kimsenin bayıldığı yok. Hadi. Ben gidiyorum Jimin'in yanına. Namjoon da gelir şimdi. Diğerleri zaten çoktan bir masaya oturmuş. "
Yoongi hyung odadan çıkarken arkasından hala bayılma ihtimalime karşın bir şeyler sayıklıyordum. Yalnızca birkaç dakika kalmıştı. Birkaç dakika sonra pek de kalabalık olmayan salona girecek, Yoongi hyungun, Jimin'i getirip bana teslim etmesinin ardından sevgilimi koluma alacak ve yemin ederek resmen evlenecektik.
Sabah gergin ve heyecanla uyandığımda aklıma gelen ilk isim Taehyung olmuştu. Onu ziyaret etmek için evden çıkacaktım ki sevgilimin nereye gittiğimi sorduğunu duyduğumda ona yalan söylemeden açıkladım. Korkuyla yüzünde bir kırgınlık, bir dargınlık ya da bir öfke beklemiştim fakat o parlayan gözlerle bana eşlik etmek istemişti.
Birlikte gitmiştik mezarlığa. İlk zamanlar onu, teşekkür için götürdüğümde olduğu gibi değildi. Bu sefer el ele girmiştik içeri ve yanına ilerlemiştik.
Taehyung ile uzun uzun muhabbet etmiştik. Her ikimiz de ona olan minnettarlığımızı defalarca kez dile getirmiş, mutluluğumuzu onunla paylaşmış ve gittiği yerde onun da mutlu olmasını dilemiştik. Jimin, onun için yeni bir çiçek bile dikmişti toprağına.
O an, gerçekten doğru kararlar verdiğimi anlamıştım. Taehyung'u hayatıma alarak, ona sadık kalarak ve Jimin'e şans vererek.
Bunun üstesinden geleli henüz çok zaman olmamıştı belki ama atlatmak, düşünmekten daha da kolaydı. Eminim, Taehyung mutlu olmamı isteyecekti. Kim, ölenle ölüyordu ki?
Ben, dedim. Ben olsaydım ölen, ben olsaydım üzerinden bağış kartı çıkan, Taehyung da böyle yapar mıydı, diye düşündüm. Yapsaydı ve onu görseydim üzülmez, kırılmaz mıydım? Ya daha sonra işleri yoluna koyup gerekli telafileri sağladıktan sonra, onu göklerden izlerken mutlu olduğunu görünce ben de mutlu olmaz mıydım?
Eğer ölseydim, Taehyung'un da benimle ölmesini isteyecek kadar bencil olabilir miydim?
İsmimin anonsuyla birlikte son kez aynadaki görüntüme bakarak dışarı çıktım. Namjoon hyungu kapıda gördüğümde gecikmesine takılmadan ilerledim rahibin yanına doğru, sakin adımlarla.
Salonumuz kalabalık değildi. Zaten ikimiz de çevresi geniş insanlar değildik. Birkaç okul arkadaşım, kendi arkadaş grubum, Jimin'in doktoru ve aklımı allak bullak eden o mezar görevlisi.
Belki de hepsinin içinden en derin bakışlara sahip olan oydu beni alkışlarken. Onaylar gibi bakıyordu. Takdir eder gibi. Doğrusunu yaptın Jeon, der gibi.
Kısa süre sonra rahip, sevgilimin ismini anons ettiğinde arkada bir piyano çaldığını bile yeni fark ediyordum.
Ve salonun girişinde göründü sevgilim. Benim siyah takımımın aksine onun giydiği beyaz takım, göğsünün hemen üzerindeki cepte, elindeki çiçekle uyumlu gözüken bir parça çiçekle bir melekten de öte gözüküyordu.
Yutkundum, gerçekten de bayılacaktım. Yoongi beni ciddiye almalıydı!
Koluna girdiği Yoongi hyung ile birlikte yavaş adımlarla bana doğru ilerlerken gözlerimi onun huzur dolu gülümsemesinden alamıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ㅣMokitaㅣ 'JiKook' /Quasimodo I
Hayran Kurgu"Mokita herkesin bildiği ama konuşmadığı gerçeklerdir Jimin. Herkesin bildiği fakat konuşmaya cesaret edemediği gerçekler. Biliyor musun? Buna bir örneksin sen. "