Annemi ve babamı partiye gitmek için ikna etme sürem toplam bir saatti. Eve girdiğim an burnuma gelen mis kokulu tavuk ve pilav kokusu bedenimi ve ruhumu cennete taşımış olsa da akşam yemeğine kalmayacak olmam canımı sıkmıştı. Annemin yorgun gözleri beni karşıladığında ise partiye gitme düşüncesi o kadar da güzel gelmemeye başlamıştı.
''Hoş geldin prenses. Alp yine üşütmüş, gün boyu kustu ve senin gelmeni isteyerek ağladı.'' Dedi annem kollarını bedenime sararken. Üvey olmasına rağmen beni iyi anlayan, beni ben olarak kabul eden ve tüm sıkıntılarıma göğüs geren bir insan olmuştu... Alp'in doğumuyla kırılan duvarlarımızı bir daha örmemiş ve gerçek birer anne kız edasıyla yaşamımızı sürdürme kararı almıştık. Arada sırada resim çizdiğim geceler yanıma gelerek bana geçmişini, babamla yaşamakta olduğu sıkıntılarını anlatarak normal bir aile olmanın tadını çıkartmamdan yardımcı oluyordu.
''Ah kuzum benim. Ablasını mı özlemiş?'' dedim Alp'in özleminden yanıp tutuşarak. Resim dosyamı ve çantamı ayakkabılığa bırakarak anneme ufak bir öpücük gönderdim ve salonda annem kadar yorgun olan küçük bedenin yanına gittim. Alp tıpa tıp anneme benziyordu; gür ve hafif dalgalı kahverengi saçlı, iri ela gözlü ve kocaman yanaklı bir çocuktu. Beni görünce halının üzerinde yatmayı bırakarak paytak adımlarla bacağıma sarıldı.
''Ösledim.'' Dedi henüz incecik olan sesiyle. Onu kucağıma alıp tüm özlemimizi giderirken partiye gitme fikrim neredeyse silinmişti. Partiye gitmek yerine Alp ile oyunlar oynamayı tercih etmek üzereydim ama arkadaşlarım beni bekliyordu... Alp başını omzuma yaslayarak yarı uyuklamaya başladığında mutfağa annemin yanına varmıştım. Annem sandalyeye oturup sigarasını içerken bana yorgunca gülümsemişti.
''Ağzındaki baklayı çıkartın hanımefendi hemen!'' dedi gözlerimin içine bakarken.
''Nereden anladın?''
''Sen benim kızımsın, ben anlarım. Ayrıca Alp'ın hasta olduğunu söyleyince yüzün düştü.''
''Pekâlâ... Şey şimdi biz erken tatile girdiğimiz için sınıfça bir parti düzenliyoruz ve bende davetliyim. Gitmek için izin isteyecektim ama Alp hasta ve sen de fazla yorgunsun. ''
Annem gözlerime bakınırken sigarasından bir duman daha soludu ve telefonunu alıp bana uzattı. Ne yapmam gerektiğini anlamadan anneme bakınırken yüzünde oluşan minik tebessüm tüm duygularımı yerle bir etmişti.
''Babanı ara ve benim izin verdiğimi, partiye gideceğini söyle. Ha bir de belli bir zaman sınırı koymadığımı da dile getir.'' Dedi ve yapmaya devam ettiği yemeğinin başına geri döndü. Babamı arayıp her şeyi anlattığımda ilk önce beni, daha sonra annemi ve daha da sonra tekrar beni azarlayarak izin almıştım. Tek şartı elbise, etek ya da şort gibi kısa bir şey giymeyecek olmamdı.
Alp'in omzumda daha fazla uyumaması için odasına götürüp yatırdıktan sonra yatak odama geçebilmiştim. Odam evin diğer odalarına göre biraz küçüktü; odamın hemen ortasını kaplayan bir yatak, yatağımın hemen sağ tarafında bulunan kıyafet dolabım ve sol tarafında bulunan resim bölümüm tüm odamın dolmasına yetmişti. Yatağımın hemen karşısında boy aynam ve azınlıkta kullandığım makyaj masam da tüm odanın dolmasına artı puan katıyordu. Odamın genel renkleri pastel bir kırmızı ve su yeşilinden ibaretti.
Dolabımı açıp klasiklerimden olan tüm siyah pantolonlarımı yatağımın üstüne atarak bir parti için hangisi uygun olur onu seçme çabasına girişmiştim. En son karar verdiğim dizleri yırtık, dar paça pantolonumu ayırıp kalanını dolabıma geri yerleştirirken üzerine ne giyeceğimi düşünmeye koyulmuştum. Toprak rengi, beli açık, ince askılı tişörtümü yatağa koyarak siyah deri ceketimi de yanına koydum. Fazla mükemmel giyinmiyordum belki ama kendimce güzel bir kombin oluşturabilmiştim. Üzerimi giyinip makyaj yaptıktan sonra anneme ve Alp'e veda ederek evden çıktım. Partinin başlama zamanı gelmişti...Tunç
Tablo gözlerimin önünden gitmiyordu. Yarı çıplak, ten renginde var olan uyumsuzluk ve kusursuz görünümlü kadın bedeni zihnimin en derinlerinde yer edinmişken; kadının suratındaki ifadesizliğin yarattığı duygusuzluk hissiyatı bedenimde derin bir yer kaplamıştı. Kadının arka planındaki bozuk renkler ise dengemi alt üst etmeye yetmişti.
Hazan Mumcu... Güzel Sanatlar Fakültesine derece yaparak giren, her dersinden birinci olacak kadar yüksek ortalamadan tutturan, kusursuz fırça taklitleri yapabilen kadın. Dersime girdiğinden beri tek bir kusur yaratmayan, dış güzelliği kadar iç dünyasının da duygularını yansıtan kız. Kadın. Koyulu açıklı kahverengi saçları ve dolgun dudakları ile milyon tane erkeği çevresinde koşturması gereken ama aklı fikri resim çizmek dışında bir şey olmayan kadın. İlk girdiği anda onu sınıfta görünce afallamıştım adeta; derece ile okulu bitirecek olan, öğretmenleri arasında fazlaca popüler olmasının yanında samimi de olan kız fazla küçük görünümlüydü. Onunla tanışmam ilk tablosunu sunduğu anda gerçekleşmişti.
Ustaca bir şekilde hangi ressamın fırçasını taklit ettiğini, kullandığı boyaların özelliklerini ve tablosunun anlatmak istediğini anlattığında garip bir duygu bedenimi sarmıştı. Okulun ilk mezunlarından biri olmamın yanı sıra bu okulda köklü bir fırça yeteneğine sahip nadir öğretmenlerdendim. Hazan'ın gittiği yolun aynısını gitmiştim. Okulu bitirdiğimde en sevdiğim öğretmenimin anısına okulda öğretmen olarak kalmayı tercih etmiştim ve halimden de fazlaca memnun kalmıştım. Okulun en katı öğretmenleri arasında birinci sıraya yerleşmiş olmam da özel hayatımı okul ile birleştirmemiş olmamdan kaynaklanıyordu.
Hazan'ın geleceği benim gibiydi, bir düzen içerisinde okuluna asılmayı devam ederse tabi ki. Bu gece yapacak oldukları partide onu görecek olmak canımı sıkıyordu. Hazan'ın tek uğraşı tabloları ve okul notları olmalıydı. Bu sayede kusursuz ve saygı duyulacak bir geleceği ve geçmişi de olabilirdi.
Arabamı garaja park ederek oturduğum apartmana bakınmaya başladım. Üst komşum sürekli köyde kalıyor, alt komşum ise benimle nasıl kavga çıkartacağını düşünmek dışında farklı bir işle meşgul olamıyordu. Yılların peşinde sürüklediği 'komşuluk' geleneği yirmi birinci yüz yılda son bulmuştu. Çok nadir eski geleneklere sahip komşuların bulunduğu bu devirde; 'komşumu nasıl rahatsız ederim?' ya da 'onun nasıl taşınmasını sağlarım?' tiplemelerinde sorularla yaşamanın yanı sıra yardıma muhtaç olup olmadıklarını bile umursamadan herkes kendi derdindeydi. Kimse kimseye bir şey emanet etmeden, kimseye güvenmeden geçinip gittiğimiz bu dönem suratsızlığın baş göstermesine de en büyük nedenlerden biri oluyordu.
Oturduğum kata çıkarken beş ve altı numaralı dairede oturan kadınların kapılarının ağzında dedikodu yaptıklarını fark etmiştim. Başımla usulca selam verip ardıma döndüğümde, benim hakkımda konuşmaya başlamaları da peş peşe gelen alışılmış durumlardan olmuştu. Benden fazla benim yalnız yaşamamı şikâyet eden sözde iyi niyetli komşularımı ardımda bırakarak evime girdiğimde derin bir nefes almıştım. Kapıdan içeri girer girmez beni karşılayan beyazlarla çevrili mutfağıma girerek kendime bir kahve yaptım ve bu gece olacak olan partiye gidip gitmeme konusundaki tüm düşüncelerimi masaya yatırdım.Gitmezsem öğrencilerin kişisel alanlarını ve ilgilerini kaçırarak tablolarında yarattıkları olayları algılamak için daha büyük çabalar sarf etmem gerekecekti. En önemlisi de Hazan'ın iç dünyasını anlamak için saatlerce düşünerek kusur bulmaya çalışacaktım. Eğer gidersem fazla gürültü, sürekli içen, birbiri ile oynaşmaya çalışan ve saçma sapan olaylara kavga çıkaran insanlarla birlikte olacaktım. Haz almadığım öğretmenlerin yüzlerine zorlukla gülümseyecek ve geceyi bir kadın ile kapatacaktım. Bekâr olmanın verdiği en büyük rahatlıktı. İstediğin zaman birkaç kadınla birlikte olabiliyordum. Fazla sıkı bir aileden gelmemiştim; belli başlı kendim için yarattığım kurallar dışında normal birer çocukluk ve ergenlik geçirmiştim. Babamla birlikte her türlü aktiviteyi yapmış, annem sayesinde kitap okuma eğilimim artmıştı. Bir kardeşim hiçbir zaman olmamıştı ve ailemde fazladan bir çocuk istemek yerine benimle daha fazla vakit geçirmek derdine girmişlerdi.
Aklımın bir köşesinde her zaman kardeş özlemi kalmış olsa da ailemin sevgisi bazı şeyleri zorda olsa unutmama neden olabilmişti. Kahvemden bir yudum olarak partiyle ilgili olan düşüncelerimi incelemeye koyuldum.
Eğer evde kalacak olursam; kitap okuyacak, yarım bırakmış olduğum tabloyu tamamlayacak ve üçüncü sınıfların ödev incelemelerine başlayabilecektim. Arka planımda çalan birkaç şarkı ile huzurlu bir sessizlikte kendimle baş başa kalacaktım. Eğer partiye gidersem; biraz içki, birkaç kadın ve tatsız tuzsuz öğrenci atışmalarını izleyecektim. Zihnimde tüm olasılıkları göz önüne alarak; bardağımı aldım ve odama doğru ilerledim. Soğuk Ankara'da ince giyinmek; hasta olmak için bahane arıyorum demekle eş değerdi. Bu yüzden klasik bir siyah pantolon, beyaz bir kazak ve koyu kahve bir trençkot giyinerek botlarımı ayağıma geçirdim.
Makyaj gibi bir derdim olmadığından saçlarıma bakınıp, birkaç fıs parfüm sıkarak cüzdanımı ve telefonumu cebime yerleştirdim ve evden çıktım.
Geceye biraz içki ve birkaç kadın kötü gitmeyecekti. Aksine biraz iyi bile olabilirdi.Bölüm Şarkısı: Yiğit Atilla – Beni Severdin.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sıfırdan
RomanceHiç sıfırdan başlamak zorunda kaldınız mı? Ayaklarınızın üzerinde durmuşken, her şeyi yapabilecek özgürlüğe sahipken birden bire tüm sisteminizi kapatıp, umutsuzca sıfırın gerçek benliğinizi yutmasına izin verdiniz mi? Güzel Sanatlar Üniversitesi...