Bir buçuk hafta tahmin ettiğimden de hızlı ve yorucu geçmiş olması; şu an altın rengindeki duvarları ile süslü olan gelin odasında Leyla, annem ve Eftelya ile duruyor olmam bedenimi ağır ağır saran heyecanın en belirgin anlarını yaşıyordum.
Tunç'un evinde olduğumuz gün; Murat ve Tunç düğün salonu ile davetiyelerin hazırlanması adına dışarı çıktıklarında, Leyla ile mutfağı toplamaya koyulmuştuk. O gün Tunç hakkında öğrenemeyeceğim bilgileri öğrenme fırsatı yakalamıştım. 'Tunç biraz sinir kontrolü olmayan bir adam, en ufak bir şeyde sinirlenebilir ve sana ruhsal belki de –hiç olmadı ama- fiziksel zarar verebilir. Ayrıca düzen takıntısı olmasa bile temiz ortamları her şeyden çok seviyor, tablolarında bile ince detaylarla temiz iş çıkartıyor. Ha bir de bu sevmeme konusuna gelince. Tunç'un eskiden sevdiği bir kadın vardı ve Tunç'un parasını yiyerek aldattı, sonra da öldürüldü. Tunç aldattı bölümüne inanmasa da öldürüldüğü için büyük bir darbe aldı ve sonra kadınları seks objesi olarak kullanmaya başladı. Ona kendini sevdirebilirsin, tabi istersen... Hem sürekli birlikte olacaksınız, elinde sonunda biriniz birinizi sevecektir.'
Sevginin bu kadar basit ve kirli olduğuna inanmıyordum; daha saf, daha narin, daha özel olmalıydı. Hemen alışkanlıktan doğan bir duygu olmamalıydı. Birden bire gönüllerin birleşmesi ile oluşan, kusursuz görünse bile içte var olan kusurları ile güzel duran bir duygu olmalıydı. Dönemlerin etkisi ile kaybedilen bir duygu olmamalıydı.
O akşam ailelerimiz Tunç'un evinde toplanarak davetliler listesini hazırlamış, klasikleşmeye başlayan bir akşam yemeği sefası sürdürülmüş ve düğünde olacak olan gelişmeleri listelemeye koyulmuşlardı. Klasik düğünlerden farklı olan tek taradı oyun havası ve halayın bulunmayacak olmasıydı. Gelin ve damadın girişinden sonra klasik bir şekilde romantik dans, aile büyüklerinin konuşması, yemeklerin ve içeceklerin dağılımı, bir kere daha aile üyeleri ile dans, gelen tüm misafirleri selamlama ve kapanış tarzında bir planlama yapmıştık. Davetiyeler tam bir hafta sonra elimizde olacaktı ve yirmi sekiz Ocak'ta düğünümüz olacaktı. O gece de Tunç'la birlikte kaldıktan sonra, sabah acilen eve gidip Tunç'un evine taşınacak olan eşyalarımı hazırlamış ve yığınla birikmiş olan ütüleri yapmıştım. Leyla, Funda teyze, Eftelya ve annem ile ortak bir tarih belirleyerek tüm gelinlik alışverişini aradan çıkartma derdine girmiştik. Tunç davetiyeleri almaya gittiği gün gelinlik alışverişine çıkmış, ayaklarıma kara sular inse bile durmak ne bilememiştim. En son girdiğimiz mağazada bel hizasına kadar hafif taşlı, çiçekli dantel süslemeli, ince askılı üstü bulunan, bacaklarımı kusursuzca saran eteği ve eteğini süsleyen uzunlu kısalı, fazla kabarık tülleri bulunmayan bir gelinliğe vurulmuş ve onu almıştım. Ayakkabılarım klasik topuklu ayakkabılardan olup Tunç'un özel isteği olan bir kravatı aramak için annelerden ayrılarak, Leyla'yla yola koyulmuştuk. Birkaç erkek mağazası gezdikten sonra dünyanın en güzel şeyiymişçesine bulduğum kravat ile kahkaha atmıştım o gün. Kravatın tam ortasından dümdüz beyaz bir çizgi geçiyor, kalan her kumaşı simsiyah bir şekilde parıldıyordu. Leyle ile bir kafede oturduğumuzda Tunç ve Murat'ın gelmesini beklemeye koyulmuştuk.
'Bak şimdi; Tunç ile nasıl tanıştığımı anlatacağım sana. Murat ile Tunç aynı lise mezunu arkadaşlar. Fazla samimiyetleri yok ama samimiler; yani can ciğer olmasalar bile kendi aralarında sağlıklı bir arkadaşlıkları var. Murat ile bir iddia sonucu tanıştık. Olay şu şekilde gelişti; salak kocam bir arkadaşı ile iddiaya girip numaramı istedi ve bende o gün eski sevgilimden ayrılmıştım ve delicesine intikam istiyordum. O yüzden numaramı verdim ve mükemmel bir şekilde Murat ile konuşmaya başladım. O günden beri de Murat ve Tunç benim her şeyim oldular.'
Leyla'nın bu küçük masalını dinledikten sonra sipariş ettiğimiz kahveler gelmişti ki Leyla yeni bir bilgi hatırlamış gibi kahvesinden bir yudum alarak bana bakınmaya başlamıştı.
'Tunç'un saçları eskiden uzundu ve hiç sakalı yoktu.'
Tunç ve Murat'ın geldiği saatte Tunç'un balayı için ülke dışına çıkacağımızın haberini de getirmiş olması Leyla ile beni fazlaca şaşırtmıştı. Söylediklerine göre Tunç'un kendi açtığı bir sanat galerisinde tanışmış olduğu Dino adındaki arkadaşı, evleneceğimizi öğrendiği için balayını bize hediye etmek istediğini söylemiş. Tunç'un dediğine göre maddiyatı fazlaca rahat olduğu için balayını hediye etmesi dünyanın en normal olayıymış. Pasaportumun var olup olmadığını sorguladığında var olduğunu ama yenilenmesi gerektiğini dillendirmiştim. Üniversite birinci sınıftayken bir haftalığına inceleme ödevim için Çin'e gitmiş ve yarı ölü bir yorgunluk ile geri dönmüştüm.
Bir haftanın sonunda evliliğimize dair her şey tamamen hazırlanmış, Tunç'un özel ricası üzerine tamamen onda kalmaya başlamıştım. Hemen hemen her gece annem ya da babam tarafından aranarak kontrol ediliyor, annem arada sırada akşam yapmam için yemek tarifleri atıyor ve mutfağı yakmamam gerektiğini dillendiriyordu. Alp'in beni fazla özlediğini, düğünden sonra haftada bir onunla ilgilenmem gerektiğini sürekli olarak hatırlatan babamın ise evden ayrılmış olmamın yarattığı hüzün sesinden okunuyordu. Kalan günlerimizde annelerimizin öğütlerini dinlemiş, Tunç'un ikinci döneme istediği tablonun yarısından çoğunu tamamlamış ve hali hazırdayken raporunu oluşturmaya başlamıştım. Büyük gün diye adlandırdıkları düğün günümüze sadece birkaç saat varken kuaför gitmiş ve saçlarımı dalgalı bir şekilde bıraktırmış ve gelinliğimi giyerek annemin hediyesi olan uzun, etiğimdeki tüllere fazlaca benzeyen duvağı da takarak aynanın karşısındaki yerimi almıştım. Bembeyazlar içinde büyük bir karanlığa doğru adım atıyordum. Düğün salonuna vardığımız an annemin, Funda teyzenin ve Leyla'nın zorlaması ile Tunç'tan uzak durmuş, son an değişikliği ile düğün salonuna babamla yürümem gerektiğini öğrenmiştim. Gram heyecan bulunmazken Eftelya'nın şarkı söylemem gerektiğini vurgulayarak, bedenime heyecanın en büyüklerini işleyerek gelin odasında titrememe neden olmuşlardı.
''Sakin olsana! Alt tarafı şarkı söyleyeceksin.'' Diye söylenmeye başlamıştı Eftelya. Giymiş olduğu mor, mini elbisesi ile benden bile güzel görünürken bu denli sakin kalması sinirimi bozuyordu.
''Eftelya yıllardır şarkı söylemiyorum. Nasıl heyecanlanmayım?''
''Sen yıllar önce resim yapmasını da bilmiyordun ama şu an mükemmel eserler ortaya koyuyorsun. Unuttun mu? ''
''Resim ile müzik aynı şey değil ki...''
''Hayır, aynı. İkisi de duyguya bağlı, ikisi de duygusuz olmaz. Boşa heyecan yaratma. ''
''Sen çok fenasın.''
''Biliyorum bebeğim. Sivaslı olmak bu kadar kusursuzdur işte.''
İkimiz de son kahkahalarımızı attıktan sonra odaya giren babamı görünce sessizleşerek ayağa kalktım ve ona sıkıca sarıldım. Yapacağı konuşmaya dair en ufak bir fikrim yoktu ve düğün salonunda öz annem de bulunuyordu. Tek gerginliğim evleniyor olmam değil, en son üç yıl önce gördüğüm kadının soluduğu havayı soluyarak yalanlarıma devam etmeye çalışmak olacaktı. Parmağımda takılı olan yüzüğün ağırlığı yavaşça üzerime binerken babam ile insanların arasından büyük bir alkış yığınıyla birlikte yürüyebilmiştik. Tunç simsiyah takımı ile pistte duruyor ve gülümsüyordu. Tüm sahtekârlık bedenimi sarmışken babamdan ayrılarak Tunç'un kollarına doğru ilerledim ve kollarımı boynuna sararak gülümsedim.
''Güzel olmuşsun.'' Dedi başlayan müzik ile sakince dans etmeye başlamışken. Gülümseyerek gözlerine bakındım.
''Kravat yakışmış.''
''Eh alan kişi benim karım oluyor.''
''Aman aman ne büyük bir marifet, ne büyük bir sevgi.''
Gülümsemeye devam ederken gizlice Tunç'a dil çıkarttım ve topuklular ile zar zor ulaştığım boynunun altına kafamı yaslayarak salondaki tüm akrabaların deli divane alkışlarını almıştım. Hüzün buydu; yalanlara inanarak evleniyor olduğum adamın boynunun altında huzurlu numarası yaparak dans etmek. İnsanlar yavaşça piste çıkıp sevdikleri ile dans etmeye koyulmuşlarken kafamı kaldırma gereksinimi duymadan iç çektim ve Tunç'un gözlerine bakındım.
''Sence de insanları kandırmak iğrenç bir duygu değil mi?'' diye fısıldadım kulağına doğru. Belimi daha sıkı kavrayarak bedenine yaklaştırdığında boynumun altına doğru nefesini soludu.
''Bunu artık düşünmen için fazlaca geç bir vakit. Eğlenmene bak, bundan sonra karı koca olacağız.''
''Sanki son beş gündür değilmişiz gibi konuşuyorsun?''
''En azından senin evimde olmana alıştım. Aynı yatakta uyumak bile güzel hissettiriyor.''
''Yoksa beni mi seviyorsun?''
''Bende sevgi diye bir duygu yok Hazan. Sana sonsuz bir saygı duyuyorum.'' Dedi ve çeneme ufak bir öpücük kondurarak Funda teyze ve Ömer amcanın kahkaha atmasını sağladı. Müziğin bitmesi ile masamıza ilerlemiş ve ikimiz de bir bardak su içmiştik. Önce Ömer amca daha sonra da babam sahnedeki yerini alarak herkese gülümsemeye başlamışlardı. Babam daha önce görmediğim kadar şık bir şekilde gözlerimin içine bakınıyordu. Veda etmek istemiyormuş gibiydi gözlerindeki büyü, henüz yeni başlamıştık demek istiyormuş gibi hissettiriyordu.
''Merhaba. Öncelikle gelin kızımın ailesine kendimi tanıtmak istiyorum. Ömer Ardınç olarak Tunç'un babasıyım. Tunç gelip bize Hazan'ı tanıttığında kusursuz bir insanın varlığına inanmıştım. Kısa bir sürede kendi kızım gibi görmeye başladığım Hazan'ın mutluluğu elbette yeni yoldaşım Hasan'ın umurunda olduğu kadar benim de umurumda olmaktadır. İki sanatçının, iki farklı evrenin bir bütün olarak burada bizlerin karşında olmasının yarattığı gururu bir tek Tunç'un üniversite girdiğinde hissettim desem yeridir.''
Mikrofona karşı kahkaha atan Ömer amcayla birlikte kahkaha attığımda Tunç babasına göz devirmişti.
''Onların mutluluğunun sonsuz olmasını ve sizlerin de daha fazla başınızı ağrıtmamayı umut ederek son sözlerimi söylüyorum. Çocuklar; sevginiz tablolarınız gibi olsun, her baktığımızda daha farklı bir anlam, daha farklı bir duygu hissedelim. ''
Ömer amcayı alkışlayarak mikrofonu eline alan babama odaklanmaya başlamıştım. Gergin gözleri sakince salondaki insanları izlemeye koyulmuştu.
''Öncelikle merhaba. Ben... Hazan'ın babası Hasan, buraya çıkma sebebim ise konuşma yapmak. Bir buçuk haftadır sayfalarca karaladığım sözleri bir kenara atarak karşınızda duruyorum. Hazan'ın çocukluğunu ve gençliğini görmedim. O zamanlar gözüm kördü, farklı şeylere karşı bağımlılığım vardı. Hazan yanıma geldiği zaman on sekizinde bir kadındı; saf, mutsuz ve sevgiye ihtiyacı vardı. Geçmişinin acılarını unutmak adına yanıma geldiğinde onun hiçbir zaman babası olamadığımı anlamıştım. Ona bir kere bile sevdiğimi söylememiş ve göstermemiştim, ondan çok ama çok uzaklara giderek hayatı ona zindan etmiştim. Sevgisiz büyüyen bir çocuk sevebilir miydi babasını tekrardan? Benim küçük kızım sevmişti. Yıllarca yanında olmayan babasına güvenerek buralara kadar gelmişti. Özür dilerim Hazan, bunca yıl yanında olmadan yaşattığım zorluklardan dolayı. Sana söz veriyorum ki; bundan sonra her zaman yanında olacağım. Bu evlilik ne kadar ani gelişmiş olsa da ben... Sizleri her zaman destekliyor olacağım. Teşekkür ederim.''
Gözyaşlarım yavaşça yanağımdan süzülürken masadan kalkıp sahneden inmekte olan babama sıkıca sarıldım. Kollarını sıkıca belime dolayıp bana sarıldığında ağlamam daha da artmıştı. Biliyordum ki; o da kırılmıştı, acı çekmiş ve gizlice ağlamıştı. Hiçbir insan kusursuz değilken babam kendini sürekli suçlamıştı. Yanına geldiğim günden beri üzerime titremesi, en ufak surat asmamda canımın yandığını düşünerek sinirlenmesi ve beni sanki Alp ile yaşıtmışım gibi sevmesi onun da kırıldığı anlamına geliyordu. Büyük darbeler almıştı geçmişinde, kimseye anlatmadığı, anlatmaya çekindiği... Yalnızlığında, anıları her aklına geldiğinde gözyaşlarını içine akıtarak hayata göğüs germeye çalışmıştı. O bir babaydı; kötüsü ya da iyisi ile. Her zaman ya da hiçbir zaman yanımda olmayarak, acılarda ve mutluluklarda beraber ya da birlikte olarak...
Kollarıma ondan ayırıp burukça gülümseme çalıştım. Hafif kırmızı gözleri ile bana bakınan yaşlı adama hayranlıkla bakınmaya devam ettim. Bir rivayete göre çocuklar doğmadan önce babalarını seçerlermiş; ben bu dünyaya gelmeden önce en güzel seçimi yaparak gelmiştim. İnsanların alkışları kulağıma yeni gelmeye başlamışken babam yerine geçmek üzere saçlarıma ufak bir buse kondurdu. Eftelya'nın sahneye gitarı ile geçmesiyle sıranın bana geldiğini anlayarak babamın bırakmış olduğu mikrofonu elime alıp ağladığımın en belirgin ses tonuyla gülümsedim.
''AA... Şey... Merhaba. İki babamın da yaptığı gibi bir konuşma yapmayı tabi ki de planlamıyorum ama kuzenimin özel isteği ile kocama ve burada bulunan kocaman aileme armağan etmek istediğim bir şarkı var. Lütfen içkilerinizi afiyetle için ve iyi dinlemeler.'' Dedim. Eftelya'nın bana uzattığı peçete ile gözlerimi silerek çalınmaya başlayan gitar ile sandalyeye oturdum. Derin bir nefes alarak yıllardır konuşmak dışında kullanmadığım sesimi kullanmak adına bir adım attım.
Gitmek zormuş denedim,
Gittikçe yolları kaybettim
Alışmak zormuş denedim
Hep sen vardın anılarda...
Ağladığımdan dolayı biraz pürüzlü çıkan sesime aldırmadan salondaki insanlara bakınmaya devam etmiştim. Salonun en arkasında öz annem bana bakıyordu, en önlerinde ise el ele tutuşmuş anne ve babam, Ömer amca ve Funda teyze, Leyla ve Murat bulunuyordu. Tunç elindeki şarap ile şaşkınca bana bakınırken istemsizce gülümsemiştim.
Söylemek zormuş denedim,
Sustukça yılları kaybettim,
Uyumak zormuş denedim,
Sensiz yorgun gecelerde...
Tunç'un gözleri komple üzerime odaklandığını hissettiğimde hafifçe titremiştim. Artık evliydim; sevmeden, her gördüğümde kalbimde büyük bir çarpıntı olmadan evlenmiş ve garip bir dünyanın kilidini açarak boş tuvale bakınmaya başlamıştım. Yaptığım her hareketim ile tuval şekillenecek ve umutsuzluk ile umut arasındaki ince çizgide durmaya çalışacaktım. Tunç beni karanlığa da çekebilirdi, aydınlığa da... Ne tarafa yöneleceğimi bilmeden girdiğim yolda bildiğim tek bir şey vardı, siyahı siyahla boyadığında tekrar siyah olurdu. Değişen tek bir şey bile olmazdı, olamazdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sıfırdan
RomanceHiç sıfırdan başlamak zorunda kaldınız mı? Ayaklarınızın üzerinde durmuşken, her şeyi yapabilecek özgürlüğe sahipken birden bire tüm sisteminizi kapatıp, umutsuzca sıfırın gerçek benliğinizi yutmasına izin verdiniz mi? Güzel Sanatlar Üniversitesi...