16

52 4 0
                                    

Tunç

Gözlerimi açtığımda delicesine bir baş ağrısı bedenimi sarsmaya başlamıştı. En son hatırladığım yüzlük tekila ile aşk yaşıyor oluşum ve Murat ile bir iddiaya girmiş olmamdı. Kalanı ile ilgili hiçbir şey hatırlamıyordum; Hazan ile banyoda yaşadığımız o dakikalar dışında. Hazan... Yataktan ani bir hızla çıkarak banyoyu, resim odasını kontrol eder etmez salona girdim. Koltukta bağdaş kurmuş, saçları tepeden yalandan topuz olmuş olan kadın, elinde büyük boy kahvesi ile youtube bağlı olan televizyondan adını bilmediğim bir video izliyordu. Video yedi kök soy denilen bir şeyden bahsediyordu ve Hazan gözlerini bir dakika bile ayırmadan o videoyu izliyordu.
''Günaydın.'' Dedim yanına gidip elindeki kahvesinden bir yudum almak için ondan alarak. Bana bakıp kaşlarını çattı.
''Kahvemi ver... Senin yüzünden doğru düzgün uyumadım bile.'' Dedi. Ona garip bir şekilde bakınmaya başladığımda elimde tuttuğum kahvesini geri almıştı.
''Dün ne yaptım ben?''
''Imm... Taksiciye demediğin tek bir şey kalmadı, sonra üzerini ben giydirdim ve bana saldırdın, cinsel olarak hem de! Canımı da yaktın Tunç, seninle konuşmamam lazım artık, hatta boşanmalıyız.'' Dedi. Surat ifadesinden hiçbir şey anlaşılmıyordu.
''Hazan sen ciddi misin? Boşanmak da nereden çıktı Allah aşkına? Biz daha toplasan iki haftalık falan evliyiz!''
''Ciddi değilim Tunç. Canımı sarhoş da olsa yakmayacağını biliyorum o yüzden güzel bir geceydi. Sadece gerçekten taksiciye demediğin kalmadı ha bir de bizim meraklı komşu var ya... Onu öptün!''
''Ciddi misin? Ah Allah belamı versin benim. O kadını mı öptüm?''
''Yanağına kocaman sulu bir öpücük olarak hem de!''
''Öldür beni!'' dedim ve yanına yığıldım. Taşındığım andan beri sapık gibi beni gözleyen ve her yaptığım hareket üzerine dedikodu çeviren kadını öpmüştüm, hem de kendi dudaklarımda. Elimde olmadan kolum ile dudaklarımı silerek Hazan'ın kahvesini geri alarak bir yudum daha aldım. Fark etmeden dudaklarımı kollarıma silerek Hazan'a bakındım. ''Başka ne yaptım?''
''Hiçbir şey... Ha bir de seviştik.''
''Oh iyi en azından.'' Elimde olmadan mırıldanmıştım.
''Şey baban aradı, acil bir şekilde onu araman gerekiyormuş. Sanırsam babaannen Ankara'ya dönmüş.''
''Hazan lütfen artık bana şaka yaptığını söyle.''
''Hayır yapmıyorum. Karadeniz turundan sıkıldığı için Ankara'ya geri dönmüş ve senin evlendiğini de yeni öğrendiği için babanın başını ütülüyormuş.''
Kendimi Hazan'ın bacaklarına atarak küçük bir çocuk gibi inledim. Babaannem yani namı değer Havva Sultan Osmanlı'nın son artığı gibidir. Kadınların okumasına neredeyse hiç izin verilmeyen bir köyde doğmuş, gizli gizli abisi Osman'ın ders kitaplarını kurcalayarak ve abisinden borç karşılığı ile okuma yazmayı öğrenerek kendini ve kadınları asla ezdirmemiş, babasından sırf kendi haklarını savunduğu için öldürülecekmiş gibi dayaklar yese de, on altı yaşında dedem ile evlenmiş ve kırk üç yaşında boşanıp ikinci evliliğini yapmış olsa da o her zaman ailenin en korkunç üyesi olmuştur. Babam ile annem evlendikten sonra annemin kusursuzca yaptığı işlerden bile kusur bulabilen, babamın İngilizcesi kötü olduğundan dolayı bir çocuk için dünyanın en korkunç cezası olan dışarı çıkma cezaları ile büyütmüş bir kadın.
Ağlayan tüm insanlardan nefret eden fakat kendisi için değerli olmuş insanlara dünyanın en iyi kalpli meleği olan bir kadın. Benden nefret eden, sanat öğretmeni olduğum için benimle bir yıl konuşmayı kesen ve evlendiğimin haberini aldığı için beni her an öldürebilecek olan bir kadın.
''Tunç biraz abartmıyor musun?'' dedi Hazan elini saçlarımın arasına geçirerek. Kahveyi tutan elini avucumun içine alarak başımı olumsuzca salladım.
''Hazan o kadın bu dünyanın en korkunç insanı ve onun hakkında hiçbir şey bilmiyorsun. Dedem ile boşanma sebepleri ne dersin? Sırf dedem onun istediği bileziği almadığı için tamı tamına iki ay boyunca bunun lafını yaparak adamı evden kovmuş ve bilezik almadığı gerekçesini bana bakmıyor gerekçesine çevirerek boşanmış olan bir kadın. '' dedim avucunun içindeki narin çizgilerin üstünden parmaklarımı hafifçe geçirerek. Elleri ellerimin arasında küçük bir çocuğun eli gibi kalmıştı.
''Yine de o kadar korkunç bir kadın değildir. Elbet her babaanne gibi tonton yanları da vardır.'' Dedi umut dolu sesi ile.
''Dün akşam giymiş olduğun kıyafetleri onun yanında giyersen mezarını kendi elleri ile kazabilir ama şöyle bir özelliği de vardır ki kadın haklarını senden ya da benden daha iyi savunur.''
''O zaman giydiğim şeylere da karışmaması mantıklı olmaz mı? ''
''Evet, mantıklı olur ama sen onun gelinisin ve ben ona evlenmiş olduğumun haberini vermedim. Şu an ikimizin de ölüm riski en riskli işte çalışan adamın ölüm riskinden de fazla.''
''Yani her türlü öleceğiz. En azından İtalya'yı görmeden öldüm demem.'' Dedi kıkırdayarak. Elimde olmadan onun bu dediğine gülümseyerek avucunun içini öptüm. Telefonumun tanıdık melodisi kulağımı doldururken isteksizce Hazan'ın dizlerinden kalktım. Ekranda parıldayan 'Havva Sondur' yazısı parıldayınca telefonu sanki pimi çekilmiş el bombasıymış gibi Hazan'ın eline bıraktım. Bana şaşkın şaşkın bakan Hazan sakin olmaya çalışarak telefonu ikimizin ortasına koyup bakınmaya başladı.
''Açmalı mısın?'' dedi babaannemin gazaplarından korkmak istemezmiş gibi.
''Açarsam ölürüm, ölürsem dul kalırsın, dul kalırsan yeni biri ile evlenirsin, yeni biri ile evlenirsen o sana dokunur, o sana dokunursa ben hortlarım... Hayır açma!''
''Allah aşkına iki saniyede bu düşünceye nasıl ulaştın?'' dedi telefonu unutup bana dik dik bakınarak.
''Daha yirmi bir yaşında mı nesin? Baban seni tekrar evlendirir.''
''Babam öyle bir şey yapmaz!''
''Benimki de yapmaz diyordum ama sana verdi beni işte.''
''Beğenmiyorsan giderim.''
''Beğenmesem burada kalamazsın zaten de babaannemi ne yapacağız?''
''Kendi başının çaresine bak, ben beni beğenecek birini bulacağım.'' Dedi ayağa kalkarak. Bedenime yüklenen adrenalin ya da her ne hormonu ise Hazan'ın kolunu tutarak kendime çevirdim ve yüzünü avuçlarımın içine alarak bana bakmasını sağladım. Ela gözleri gözlerime dokunduğu an kalbimde oluşan zayıf atışlar ile sakince ona bakınmaya devam ettim. Konuşmamı beklermişçesine gözlerime bakarken ona ne söylemem gerektiğini bile düşünmeden sıkıca sarıldım.
''Senin evin, senin sevgin ve sana karşı olan tüm beğeniler burası. Kollarımın arası...''

Hazan

Tunç ile babaannesini çözmemiz birkaç saatimizi almıştı ve akşam yemeğinde Havva babaannede olacağımıza dair söz vermiştik. Öncelikle Tunç korkusunu kenara bırakarak babaannesini aramış ve ağza bile alınmaması gereken sürüsü ile küfür ve lanetleri işittikten sonra düğünün fazlaca aceleye geldiğini bu yüzden de tüm akrabaları çağıramadığımızı söyledi. Daha sonra öz annemin gelip düğünün yarısını mahvetmiş oluşunu anlattı ve babaannesinin bir süreliğine yumuşamasını sağladı. Konuşma ilerledikçe babaannesinin akşam yemeği davetini onaylamak zorunda kaldı ve bana masumca bakarak sarıldı. Yaklaşık iki saat sonra babaannesine gidecek olmamızı umursamadan yatakta belime sarılarak yatan Tunç'un göğsüne yatmaya devam ettim.
Kalp atışı o kadar çok huzur sağlıyordu ki... En ince notada piyanonun sesi, huzur dolu akustik gitarın çınlaması ve kemanın o kusursuz tizlikteki titremesi gibiydi. Kalp atışları o kadar yavaş ve huzurluydu ki ses kaydı alıp sabaha kadar sadece onu dinlemek istedim.
''Hazan?'' dedi sakin bir ses tonuyla. Belimin üzerine parmakları ile kendi hayal dünyasının resmini çizerken bir yandan da nefesi ile saçlarımı okşuyordu.
''Efendim?''
''Eğer başka türlü tanışsaydın benimle yine evlenir miydin?'' dedi. Bu soruyu daha öncesinde düşünme istemiş ama kaçınılmaz gerçeklerden dolayı sürekli olarak kendimi uzaklaştırmak için farklı düşüncelere öncelik vermiştim. Eğer Tunç ile başka türlü tanışma şansımız olsaydı onunla asla evlenmeyecek olduğumu biliyordum. Tunç'un dünyası benim dünyamın yanına bile yaklaşmadan uzaklarda aynı dünyaya sahip bir başka kadını bulmuş olurdu.
''Hayır, çünkü başka türlü tanışamazdık.'' Dedim sessizliği yarıp geçerek. Belime çizmekte olduğu kendine ait dildeki resimler ya da yazılar bir süreliğine durarak sessizliğin içine hareketsizlik de kattı.
''Neden böyle düşünüyorsun ki?'' dedi tekrar belime çizdiği şekilleri yapmaya başlayarak.
''Çünkü biz farklı gezegenlerin uzaylılarıyız. Sen Satürn'de kusursuzluk içinde kusursuz olurken ben sessizliğe gömülmek adına Ay'da yaşayan birisiyim. ''
''Beni neden kusursuz olarak görüyorsun sürekli?''
''Neden mi? Tunç sen yaptığın her işin, söylediğin her sözün ve attığın her adımı kusursuzca yapmaya çalışıyorsun. Bir keresinde senin derste bir kızın fırçayla değil de parmakları ile tablosunu tamamlamaya çalıştığında azarladığını görmüştüm. 'Fırça kusursuzluk katar, parmaklar ise sadece boyayı dağıtır.' Diye bağırmıştın, o günden sonra senin attığın her adımın kusursuz olması gerektiğini anladım.''
''Peki, neden kendini sürekli aşağıda görüyorsun?''
''Ben... Kendimi aşağıda görmüyorum. Yalnızlığı diğer birçok insandan daha çok seviyorum ve bu durum da beni tekli yaşama alıştırdı. Öz annem yokken evde kaldığın her dakikadan zevk almam ya da Alp uyuduğu zaman annemin huzur bulduğu uykusundaki sessizlikte huzur bulmam gibi. ''
''Peki, benim yanımda huzur buluyor musun?'' dedi. Kafamı kaldırarak uzandığım bedenden ayrıldım.
''Sen çok fazla soru sormadın mı?'' dedim. Tunç'un sorgusu babaannesinin bize sormayı umut ettiği sorular gibiydi. Yüzüme gerçek bir gülümseme yerleştirerek Tunç'un karnının üzerine oturarak saçlarımın suratına düşmesine izin verdim.
''Hadi cevapla küçük hanım, benimle huzurlu musun?''
''Senin yanında huzur bulmamak imkansız gibi, kalp atışların az önce beni büyülemişti şimdi de suratındaki bu hınzır gülümseme beni büyülüyor. Dün akşamki komşunu öpmen de büyülemişti mesela – '' dedim kahkaha atarak. ''Hatırlatma bana şu kadını, dudaklarımdan nefret ediyorum onun yüzünden. Nasıl çıkartacağım ben onun yanaklarının lekesini?'' dedi Tunç suratını buruşturarak. Kahkaha atmaya devam ederken Tunç'un mavi gözlerine bakınmaya başladım. Gökyüzü ya da okyanuslar onun maviliği karşısında diz çökmesi gerekiyordu. İç çekerek üzerimde bol duran kazağın eteklerinden tutarak çıkarttım ve Tunç'un üzerine eğilerek birkaç dakika önce bana attığı hınzır gülümsemenin aynısını ona gönderdim.
''Sanırsam ben nasıl çıkartacağımı çok iyi biliyorum.'' Dedim ve dudaklarına küçük bir buse kondurdum. ''Ama bu sefer tüm ipler benim elimde olacak.''
Tunç'un gözlerinin içindeki parıltı bu sefer ona karşı utanmayacağımı simgelemişti bile ve bir bütün olmamız, babaannesinin davetine tam olarak kırk beş dakika gecikmemize neden olsa da aramızda oluşmaya başlayan kıvılcım ikimizi de yakacak olan bir ateş kümesi haline gelmeye başlamıştı.

Bölüm Şarkısı: Cem Adrian – Sen Benim 

SıfırdanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin