11

52 4 0
                                    

Balayımızın başladığını anlamam uçağa bindiğimiz anda meydana gelmişti ve uzun süreli uyku ile de devam etmişti. Venedik'e geldiğimiz anda gözlerim hala uykuya aç bir şekilde etraftaki insanları incelerken havaalanında duran ve sürekli bize bakıp gülümseyen iki çifti gördüğümde Tunç'un arkadaşları olduğunu anlamam birkaç dakikamı almıştı. İtalyanca bilmiyor oluşum ile çevredeki insanların susmaz bilmez sesleri minik bir baş ağrısı yaratmaya başlamışken Tunç arkadaşları ile sarılarak İngilizcesini akıcı bir şekilde ilerletmeye odaklanmıştı.
''Ve Dino ile Eli, bu karım Hazan. '' dediğini duyduğumda henüz yeni bedenimin ayılmaya başladığını fark etmiştim. İkiliye sarılıp selam verdikten sonra gözlerimi ovuşturarak Tunç ve arkadaşlarını takip etmeye odaklanmıştım. Çevremde olup bitenlerle fazla ilgilenemezken sürekli olarak esniyordum. Tunç'un dediğini dinlemiş olsaydım uykumu çoktan almış, dinç bir şekilde çevrenin güzelliklerine odaklanabilirdim. Otele mi yoksa eve mi gittiğimizi anlamadan kendimi tekrar uykunun kollarına attığımda Tunç'un omzunun ilk defa bu kadar yumuşak olduğunu hissetmiştim.

**

Uyandığımda kendimi kahve ve sarı tonların baskın olduğu bir odadaydım. Tahtadan yapılma gibi bir etki yaratan duvar kağıtlarının sardığı dört duvar ve gariptir ki sarı bir tavan ile karşılanmam alışılagelmiş bir durum değildi. Yatağın yorgan takımı açık kahve ve sarı çizgilerden oluşurken, fazlaca kabarık yastıkların bulunduğu ve el işlemesi olduğu aşırı belli olan meşeden yatak başlığı ile mükemmel işlemeleri de odaya kattığı hava efsaneydi.
''Meşe mi dersin yoksa çam mı?''
Duyduğum ses ile fazlaca sportif ama şık giyinmiş olan kocama bakınmaya başladım.
''Bence çam ama bir şey sormak istiyorum. Her arkadaşın da senin gibi tek ya da çift renk takıntılı mı?''
''Ne alaka?''
''Odada sarı ve kahverenginden başka renk yok.''
''Ha... Şey Dino ve Eli'nin evi bizim evlerimiz gibi değil, fazla odalı ve devasa lüks evlerden. O yüzden her odayı iki farklı renk ile dizayn etmişler. ''
''Vay canına. Şey nereye gidiyorsun?''
''Aslında seni uyandıracak ve Venedik'te görmeni istediğim yerlere götürecektim.''
''O zaman ben elimi yüzümü yıkarken sen de bana kıyafet seçer misin?''
Tunç başıyla onayladıktan sonra odanın en dip köşesinde bulunan kapıyı göstererek çoktan yerleştirilmiş olan kıyafetlerimiz adına dolabı açarak bana vermiş olduğu dikkatini kıyafetlere vermeye başlamıştı. Banyoya girdiğimde ise bembeyaz bir cennet ile karşılaşmış olmamdan kaynaklı mutluluk duymuştum. Banyo dolabından küvete kadar her beyaz ayrı bir parıltı içindeydi. Banyo dolabının özenle doldurulmuş olmasını kaçırmadan elime, yüzüme ve dişlerime gerekli bakımı yaparak odaya geri döndüğümde yatağın üzerinde özenle seçildiği belli olan kıyafetlerim duruyordu. Koyu lacivert kot üzerine beyaz, kolları biraz fazla uzun olan ince kazağım ve üzerine koyu lacivert ceketim...
Giyinmem ile Tunç'un odayı istila etmesi eş zamanlı gerçekleşen olaylardan olurken çoraplarımı ve spor ayakkabılarımı giymem ile Tunç'un hızlı hızlı beni evden çıkartması iyice canımı sıkmıştı. Yanımda cep telefonum dışında hiçbir şey yokken Tunç'un elini tutarak gezmeye başladığımız Venedik sokakları tüm güzellikleri ile gün batımının yaklaştığını hissettiriyordu.
''Daha önce burada bulundum. Sebebi ise salonda görmüş olduğun tablolardan birini açık arttırma ile satın almamdı. '' dedi Tunç bazı alanlarla ilgili minik bilgiler verirken ve sokak yemeği olarak satılan minik tatlılardan bana alarak. İlk durağımız; San Marco Katedrali olmuştu. Bizans dönemi andıran dış mimarisi ve çevresini süsleyen kalabalık ile ihtişamını konuşturan yapıtın soluk beyaz rengi ve altın sarısı ince detayları gözlerimi büyüleyeme yetmişti. Boyumun kısa olmasının verdiği yan etki ile dört kubbesinin ön tarafında görünen figürleri ile daha da ihtişamlı olan katedral içeri girdiğimiz anda tüm ihtişamı daha da artmıştı. Altın sarısı duvarlarının üzerini kaplayan figürler farklı farklı hikayeler anlatarak aklımın uçmasına neden olmuştu. Tunç her bir figürün ne anlattığını hatırlayarak anlatmaya çalışsa da; dördüncü haçlı seferine ait figürler, İncil'de geçen birkaç melek dışında birçoğunu hatırlamayarak güzel birkaç hikaye uydurmaya başlamıştı. Onun uydurduğu saçma ama elinde sonunda figürleri andıran hikayeleri ile kahkaha atarken dokuz ile on yedinci yüzyıl arasında eklenilen kabartmaları, heykelleri, süslemeleri ve figürleri hayranlıkla bakınarak yaklaşık olarak bir saatimizi geçirmiştik.
Katedralden çıktıktan sonra meydanın en renkli kafesine oturarak Tunç'un özel olarak istediği ama adını bir türlü anlamadığım sandviçten sipariş ederek yanında aldığımız kolaların yarısını yemekten önce götürmüştük.
''Ne sipariş ettin?'' dedim ağzımda gevelediğim pipeti bırakarak.
''Panini.''
'' Ne nini?''
''Panini. Ana malzemesi domates ve marul olan, ızgara da pişirilen bir sandviç.''
''Ne yani marul ve domates mi yiyeceğiz? Tunç aynısını ben sana evde de yaparım.''
''Ya aptal mısın? İçine dana jambon, pesto sosu, turşu ve patates kızartması istedim. Tabi senin ranch sosu takıntın olduğu için birinin içine de onu eklettim.''
''Vay, fazla karışık ama evde yapsam daha ucuz olur.''
''Cimri. Seni Milano'ya götürsem her halde hiçbir şey almazsın.''
''Euro altı lira oldu Tunç. Nasıl o kadar para harcayayım? Deli misin?''
Tunç konuşmayı bitirerek önümüze gelen güzel kokulu sandviçlere gömüldüğünde sakince mükemmel pahalı sandviçimden bir ısırık aldım. İçine konulan malzemeler ağır ağır ağzıma dağılırken cennetten el sallayan dedem ile göz göze gelmem kaçınılmaz bir durumdu. Evet, evde yapsam ucuz olurdu ama bu sandviç bir şaheserdi. Tadını son noktasına kadar çıkarttığım sandviçimin kırıntılarını tabaktan sıyırırken Tunç yeni durağımız olan Dükler Sarayı'na gitmek için acele etmeye başlamıştı. Yolda bir çiçekçiden tek dal papatya alıp kulağımın arkasına taktığında kalbimde minik bir halay tayfası oluşmuştu. Bu Tunç benim tanıdığım adam değildi; kaba, ani sinir atakları geçiren adam birden nazik ve sevgi pıtırcığı olmuştu karşımda. Kendime bu duruma fazla alışmamam konusunda uyarırken geldiğimiz sanat şaheserine ağzım açık bir şekilde bakınıyordum. Dükler Sarayı hakkında çok az şey biliyor olmamın yanında Venedik'in en gözde eserlerinden biri olması, dokuzuncu yüzyılda Gotik tarzından yapılmış olan eser Doge adlı olan bir adama ev sahipliği konumunu bitirdikten sonra müze olarak halka açık olarak sergilenmeye başlanmasıydı.
Bez renkli görünüme sahip yapıtın çevresini kaplayan süslü sütunlar ile karşılama alırken sarayın girişinde rahip heykeli ve adını unuttuğum kanatlı aslan sarayın şimdiden mükemmel bir gösteri sergileyeceğini belli ediyordu. Büyük konsey salonuna girdiğimiz an İtalya'da sık göreceğimi düşündüğüm altın sarısı rengi ve azıcık da olsa bakır rengi devasa salonu süslüyordu. Duvarlarının her bir köşesinde farklı hikayeler anlatan figür tasvirleri mükemmelce korunarak sergilenirken Tunç ile her biri hakkında tekrar hikayeler uydurmaya başlamıştık. Farklı hikayelerin devamı üniversite ve senato salonu da altın sarısı ve bakır rengi ile ihtişamla parıldamaya devam ediyordu. Tunç'un anlattığı hikayelere kısa bir son vererek çevreyi daha dikkatle incelemeye başlamıştı. Tüm sarayı iki saatte gezdikten sonra Doge adlı adamın ne kadar da çok özel eşyası olduğunu anlamıştım.
Tunç gondol gezisi yapacağımızı ama önce spagetti yememiz gerektiği konusunda ısrar etmesi üzerine tekrar bir restorana girerek bol etli ve mozerella peynirli spagetti siparişi ile tekrar sessizliğe gömülmüştük.
''Hazan, gondol gezisi yapıp sonra galeri için hazırlanmamız gerekiyor.'' Dedi Tunç spagettisini yavaşça yemeye başlamadan önce. Kafamdaki çiçekli tacın ağırlığı ufaktan kendini hissettirmeye başlamışken eski Tunç'u görmenin güzel hissettirdiğini anlamıştım.
''Ne giymem gerekir?''
''Dino'nun ilk özel sanat galerisi olacağı için bir açılışa şahitlik edeceksin. Bu yüzden elbise giysen fena olmaz.''
''Şey kravatını ben seçebilir miyim?''
''Takım giymeyeceğim ki.''
''O zaman tüm giyeceklerini ben seçmek istiyorum.''
''Hazan, beyaz gömlek ve siyah pantolon giymek pek zor olmaz.''
''İyi.''
Kendi kendime atar gider yaparak hızlı hızlı yediğim sıcak spagetti içimi alev aldırırken kararmaya yüz tutmuş olan gökyüzünde hafif parıldayan ve yeni yeni dünyaya el sallayan yıldızlarla göz göze gelmiştim. Nedensizce iç çekerek bir bardak ılık suyu hızla içtikten sonra telefonumu elime alıp yıldızların uzak fotoğraflarını çekerek gülümsedim. Tunç hesabı ödeyerek yarı yenmiş olan tabağı ardında bırakarak elimi tutup gondol gezisi ile ünlenmiş Rialto Köprüsüne doğru ilerlemeye başladık. Çevredeki tüm güzellikleri ve Akdeniz'in ılık havasını ciğerlerimize doldururken bu ülkenin yabancısı olduğumuzu her türlü belli etmemiz gerekiyordu. Saçma sapan şeylere duyduğum sevgi ile attığım minik çığlıklar bile topluluk içindeki insanların bakışları ile karşı karşıya kalıyorduk. Köprünün alt kısmına varana kadar Tunç ile biraz rezil olsak da kahkaha atmadan ilerlediğimiz tek bir adım bile olmamıştı. Tunç gondol için bilet alırken suyun ne kadar da güzel olduğunu fark etmem saniyelerimi almıştı. İntihar edecek olsaydım kesinlikle boğularak ölmeyi isterdim. Çünkü suyu bulandıran içine atılan çamurdur ve o çamur tüm insanlığın kirliliğini temsil eder. Hafif yere çömelerek suya uzanabilirmiş gibi elimi uzatarak boşluk ile çak bir beşlik yaparak kafamı yana yatırdım.
''Denizkızı Ariel'in okyanustan uzak kaldığı günlerdeki gibi ne bakınıyorsun göle öyle?'' diye yanıma benim gibi çömelen Tunç'un sesini duyduğumda suya uzattığım eli geriye çekerek gülümsedim.
''Küçükken en sevdiğim prenseslerden biriydi. Tabi küçükken dediğim zaman lise sonda babamın yanına döndüğüm zaman. Çünkü öncelerinden annem bana tek bir masam bile anlatmazdı.''
''Artık o kadını unutman gerek küçük denizkızı. O kadın gitti ve bitti, evlendiğimizde o kadını unutman gerekirdi.''
''Evleneli iki gün mü ne oldu? O kadar kolay mı unutmak? Sen hiç birini unutmak zorunda kaldın mı?''
Tunç sessizce gözlerime bakınmaya başladığında Leyla'nın bana anlatmış olduğu hikaye aklıma gelerek kendimden nefret etmeme neden oldum. Bir insanın yarasını deşmek, yaşama öl demekle aynı hissi verebilirdi. Tunç ayağa kalkıp elimi tuttuğunda ondan destek alarak ayağa doğruldum ve bizi bekleyen gondola doğru yürümeye başladık. Havadaki sessizlik sinirimi bozarken çevrenin gürültüsü daha çok sinirimi bozuyordu. Gondola önce ben binip Tunç için yana kayarak onun da oturmasını sağladım. Gondolun ucunda kürek çekmeye başlayan adam sessizliğe daha çok sessizlik katarak suyun hafif dalgalanan görüntüsünü popüler köprüye bakınmamı engellemeye yetiyordu. Yüzme korkumun olmasına rağmen kendimi suyun içinde özgürlüğe doğru düştüğümü hayal etmeden edemiyordum. Yere çakılacakmışsın gibi hissettiren bu dünyanın yükünü küçük bir göl alacakmış gibi hissediyordum.
''İsmi Elif'ti. Bayağı uzun zaman oldu aslında adını anımsamayalı. Leyla ile tanıştıktan yarım yıla kadar sonra onunla tanıştım ve hayatımda ilk defa aşık oldum. Onun zümrüt yeşili gözlerini, bakır saçlarını aklımdan çıkaramazdım hiçbir zaman. Onunla sevgili olduğumuzda dünyadaki en mutlu insandım desem yeri olur ama hiçbir zaman Murat ve Leyla onu sevmedi. Hep onların kıskandığını düşündüm. Leyla'nın Elif kadar güzel olmadığı için kıskandığını, Murat'ın ise benim yerimde olmak istediği için beni kıskandığını düşündüm. Bir yıl kadar sonra Elif öldürüldü. Nedenini bilmediğim bir adam tarafından kafasına sıkılarak öldürüldü. Haberini aldığım zaman tüm dünyam başıma yıkılmıştım adeta; yemek yememeye, hiçbir şey içmemeye, uyumamaya başlamıştım. Leyla ile Murat sürekli yanımda olsalar da yanımda istediğim kişi sadece Elif olmuştu. Okula gitmiyor, telefonlarımı açmıyor ve tamamen kendimi dış dünyadan soyutluyordum. O zaman öldüğümü düşündüm ama ölmedim, dört ay kadar bir sürenin ardından tekrar ayaklarımın üstünde durdum ama eskisi gibi değildim. Kadınlar umurumda değildi, umurumda olan yerleri sadece bacak aralarında bulunan alandı. Uzun bir süre de öyle kaldı ama seninle evlenmeden üç gün önce Elif'in olduğu zamanlarda yaptığım harcamaların listesini Leyla önüme attı...''
Sessizliğe gömülürken aniden anlatılan en büyük hikaye ile ağzım açık bir şekilde dinliyordum. Leyla'nın ayrıntı vermediği hikayenin baş karakteri karşımda boş gözlerle göle bakınıyor, hiçbir duyguyu yüzünden okumama izin vermiyordu.
''Leyla sürekli olarak onun benim paramı sevdiğini, beni sevmediğini söylerdi. Evlenmemizden bir hafta önce Leyla bu konuyu tekrar açtı... Amacı artık evli olacağım için geçmişi tamamen ardımda bırakmam gerektiğini dillendirmekti. O gün onunla kavga ettik ama sana bir şey belli etmemek için Murat'a sözler verdik. Dört gün sonra da önüme uzun bir liste attı. Kredi kartlarımın harcamalarını gösteriyordu her biri. Bu yıl ile onun zamanının karşılaştırması vardı avuçlarımda. Neye uğradığımı şaşırarak son kez Elif'ten darbe yedim. Eğer biri sana zarar vermek istiyorsa; ölü ya da diri olmasına gerek yoktu. Diriler bir güzel canını yakıp köşede izlerken, ölüler de geçmişte gözünden kaçırdığın şeyleri su yüzüne çıkartarak tekrar bir köşede izlerdi. Unutmak için yapmadığım şey kalmışken, aniden gelen acı dalgası ile kalbimin o en uzak köşesinde, uçurumdan sarkan bakır renkli kız atladı. Yere çakılışının sesini duyduğum anda kağıtları yırtarak çöpe attım ve Leyla'ya sarıldım. Bunu sana neden anlattığımı bilmiyorum ama benim neden bu kadar kötü bir insan olduğumu bilmen gerektiğini düşündüm.''
Tunç sonunda bana bakındığında gözlerimin dolduğunu yeni fark edebilmiştim. Ona bu kadar derin yara veren sevdiği kadındı, bana derin yara veren de annemdi. İkimize dair ikinci ortak noktamız buradaydı her halde.
''Tunç... Sen kötü bir insan değilsin ki. Akrabalarının yanında o içindeki çocuk ile mutlu oluyorsun; yanakların sanki ilk defa ortaya çıkıyormuşçasına sevimli bir hal alıyor, gözlerinde kocaman bir parıltı beliriyor. Büyüklerine sunduğun sonsuz saygın da bu dediklerimin üstüne pasta süsü oluyor. Resim çizerken, bir tabloyu incelerken bile kendini farklı bir evrene göndererek o resimde, o tabloda gördüğün, hissettiğin dünyaya göre duygularını dışarıya vuruyorsun. Bence... Bence bunlar çok güzel. Bugün katedralde ve sarayda uydurduğun hikayeler, ufakta olsa geçtiğin dalgalar, yemeklere olan bilgin ve ilgin, bana aldığın küçük papatya bile senin kötü bir insan olmadığını kanıtlar. Evet, kötü şeyler yaşadın ama yaşadığın bir kötü şeyle ya da yaptığın birkaç kötülük ile kötü bir insan olmazsın. Kötü insanların yanında meleksin sen, kanadı biraz kırık bir meleksin. ''
Tunç yanaklarımı sıkıca tutup dudaklarımızı birbiri ile buluşturduğunda elimde olmadan gözlerimde biriken damlaların yanağımdan akmasına izin verdim.

**

Gondol seyahatinden sonra gece için hazırlanmış ve sanat galerisinin en ilgi çiftlerinden olma konumuna ulaşmıştık. Tunç'un giyindiği beyaz gömlek ve siyah pantolon ikilisine uygun olsun diye giydiğim kolları ve omuzları siyah dantelden, belime kadar inen siyah astarın üstüne beyaz dantelden ve astarla aynı kumaşa sahip olan siyah mini elbisemi giyinerek boynundaki bebek yakala uygun olsun diye mat siyah topuklularımı da giyerek üzerime aldığım ceket ile galerinin yolu tutmuştuk. Galeri boyunca Tunç ile ellerimizi birbirinden ayırmamış, her bir resmi kendi aramızda tartışarak incelemiştik. Dino ve Eli ile birlikte kapanışı yaptıktan sonra hep birlikte eve geçmiş ve odalarımıza giderek kendimizi uykuya vermiştik.
Sabah erken saatte uyanıp kahvaltı yaptıktan sonra Dino ve Eli'nin arabasına atlayarak Milano'yo gitmiştik. Bu sefer sabahın erken saatlerden gece yarısına kadar açık olan bir sanat galerisini incelemeye almış ve Tunç ile tekrar tablolar üzerine tartışmalara girmiştik. Galerinin aşırı büyük olması ve çok fazla eseri incelememiz saatlerimizi alsa, açlıktan ölen dört kişi olarak bir restorana gitmemize kimse engel olamamıştı. Tortellini'den toplam sekiz tabak, Panna Cotta tatlısından da dört tabak yenildikten sonra yüklü bir fatura ile Milano'dan ayrılmıştık. Herkes delicesine yorgun eve girmiş olmasına rağmen Eli'nin fazla ısrarı üzerine İtalyanca – Türkçe altyazı bir film izlemeye çalışsak da o filmi sadece Dino ve Eli izlemiş, Tunç omzuma başını yaslayarak bedenimin ona hükmetmesini sağlamış ve gecemizi daha da uzun kılmıştı.
İtalya'nın üçüncü gününe güneş doğarken Tunç belime sarılarak çıplak bedenlerimizi birleştirmiş ve omzuma ufak öpücükler kondurarak uykuya daldığında, öğlene kadar ikimizin de uyanmayacağına kesinlik kazanmıştım.

Bölüm Şarkısı: Kadife – Beni Güzel Hatırla 

SıfırdanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin