Karanlığın içindeyim ve buraya alışmalıyım artık. O küçük, ulaşamadığım ışıkları görmek istemiyorum artık. Her gördüğümde içimdeki heyecanın ve umudun verdiği mutluluğun, oraya koşup ulaşamadığımda, yorgunluk ve umutsuzlukla sonuçlanmasını istemiyorum. Oraya bakmıyorum. Işık yok ve ben karanlığa alışmaya çalışıyorum. Bu daha az yorucu. Bu daha az acıtıyor.Ateş'e o kadar kızgındım ki dediği şeyi bile umursamamıştım. O kadar şey yaptıktan sonra gelip benimle dalga geçer gibi konuşması artık canımı sıkıyordu. Gözlerimi kapadım ve umursamaz bir tavırla arkamı döndüm. Bu sefer beni daha çok sarsarak uyandırmaya çalıştı fakat ben yine tepki vermeyince beni birden kucağına aldı ve " Sana bir şey söylediğimde lafımı ikiletme." dedi. Ben ise çırpınarak kollarından kurtulmaya çalışıyordum ama bu pek de mümkün değildi. Bir yandan da " Bırak beni ! Seninle konuşmak bile istemiyorum." diye sayıklıyordum. Yatak odasına geldiğimizde hemen üstüme bir şeyler geçirmemi söyledi. Ateş de bir yandan giyinmeye çalışıyordu. Nereye gidiyoruz diye sormama kalmadan " Gidince görürsün." diye cevap verdi. O kadar şey yaşandıktan sonra hala bu tavrı beni deli ediyordu. Ona cevap vermeye bile yeltenmedim çünkü artık bu bile beni yoruyordu.
Giyindikten sonra aşağı indik. Havanın hafif esintisi yüzümü okşuyordu. Esinti az da olsa sinirlerimin yatışmasını sağlamıştı. Bahçede tam dört tane araba duruyordu. Markaları Porsche, Range Rover, Mercedes ve Jaguar'dı. Hepsi de siyahtı. İlk defa bu kadar pahalı arabaları yan yana görüyordum. Ateş'e hangisinin onun olduğunu sorduğumda " Hepsi." dedi. Güvenliklerden biri " Ateş Bey, hangisini istediğinizi bilemedik. Biz de hepsini getirttik." dedi. Ateş cevap vermeden diğerleri gibi simsiyah olan Range Rover'a bindi. Ben de mecburen arkasından gittim. Hala nereye gittiğimiz hakkında bir fikrim yoktu ama pek de bir önemi yoktu benim için.
Yolculuk boyunca ikimizde birbirimize tek bir laf etmedik. Yolun sonunda çok şık bir restorana gelmiştik. İçerideki insanların hepsinin üstünde çok pahalı olduğu belli olan kıyafetler vardı. Ben ise Ateş yüzünden saçma sapan bir kıyafetle buraya gelmiştim. İçerideki sarı ışıklar ise mekana farklı bir hava katmıştı. Ateş arabayı valeye bıraktıktan sonra içeri girdik. Masamıza oturduk ve siparişlerimizi vermek için menüyü incelemeye başladık. İkimizin de konuşmaması artık sinirimi bozuyordu. Dayanamadım ve " Burası çok güzel bir yermiş gerçekten." diyerekten belki ağzından bir kelime çıkar diye ümit ettim. Sanki her şeyden sonra ben suçluymuşum gibi bir de susması beni deli ediyordu fakat beklemediğim bir şekilde cevap verdi.
" Şu an benim manzaram daha güzel."
Ateş cidden dengesizin tekiydi.
Sonrasında bir şey dememiş gibi siparişini verdi ve yemeklerimizi beklemeye başladık. Birbirimize bakmaya devam ettik. Hiç bir şekilde gözlerini kaçırmıyordu. O keskin bakışlarıyla ruhumun en derinlerindeki solmuş çiçeklere hayat veriyordu, yeni çiçekler açtırıyordu. Her göz kırpışında sanki hepsi yeniden soluyordu. Eminim şu an yanaklarım kıpkırmızı olmuştur bile. Neyseki orta yaşlı şık giyimli bir adam Ateş'e selam vererek bu atmosferi bozmuştu. Her mekanda Ateş'i tanıyan illa bir kişi bile olsa çıkıyordu. Sanırım herkese iyi, bir bana böyleydi. Birkaç dakika içinde siparişlerimiz gelmişti. Çok acıkmıştım hemen yemeğime gömüldüm. Bir yandan da dayanamayıp " Ne zaman eve gidiyoruz ?" diye sordum. Ateş sırıtarak " Hangi eve ?" diye cevap verdi. Dediği karşısında hiçbir cevap veremedim. Yemeğime devam ettim fakat aklımda Ateş'in dedikleri yankılanıyordu. Bu ne demekti şimdi ?? Gerçekten kafasının içinde binlerce tilki dolaştığına adım kadar emindim. Her kafamı kaldırdığımda göz göze geliyorduk.
Yemeğimizi bitirdikten sonra valenin getirdiği arabaya bindik ve yola koyulduk. İçimde anlamsız bir heyecan vardı. Acaba nereye gidiyorduk ? Tüm bu sorular aklımı karıştırırken şehirden uzaklaştığımızı farkettim. Daha da meraklanıyordum.
Yaklaşık bir saat boyunca çamurlu toprak yollardan geçtikten sonra o muhteşem dağ evine varmıştık. Kocaman bir bahçesi vardı. Her şet gayet bakımlı gözüküyordu. Dışarı da güzel bir barbeküsü de vardı. Ben büyülenerek bakarken Ateş çoktan kapının önüne yürümüştü. Hızlı adımlarla kapıya ilerledim. İçeriye girdiğimde ikinci bir büyülenme yaşamıştım resmen. İçerisinin dizaynı o kadar güzeldi ki gerçekten tam bir dağ eviydi burası. Ben etrafa bakınırken Ateş şömineye odun attı. Ardından mutfağa gidip kendine buz gibi bir viski koydu ve koltuklardan birine oturdu. Ben de karşısındaki koltuğa oturdum. Gözlerim Ateş'e takıldığında kısık gözlerle beni baştan aşağı süzüyordu. Bakışlarının vücudumda değdiği her nokta alev gibi yanıyordu. Bakışları beni terletmişti. Dürüst olmak gerekirse onun bu kadar büyüleyici olması korkutucuydu. Kalkıp mutfağa doğru ilerledim. Buzdolabını açarken bile ellerim hafif hafif titriyordu. Suyu aldıktan sonra buzdolabı kapağını kapattım. Karşımda Ateş'i görünce şişe elimden kayıp düştü. Ateş yavaşça dudaklarıma yapıştı. Her seferinde yenik düşüyordum o dudaklara. Ardından beni kucağına alıp koltuğa götürdü. Ateş beni altına almıştı. Hızlıca üstündeki kazaktan kurtulup benim üstümdekini de çıkardı. Kalp atışlarım git gide hızlanıyordu. Daha önce hiç hissetmediğim şeyleri çok güçlü bir şekilde hissediyordum. Yavaş yavaş öpücükler kondurarak boynumdan aşağı inmeye başladı. Sütyenimden taşan göğüslerimi parmaklarıyla okşayarak göğüslerimin arasından dudaklarıyla aşağı inmeye devam etti. İstemsiz bir şekilde inleme sesleri çıkartıyordum. Onun da hoşuna gitmiş olucak ki arada kafasını kaldırıp ateşli bir fener gibi olan gözleriyle bana bakıp gülümsüyordu. Soğuk teni vücudumu daha da uyarıyordu. Parmaklarını göbeğimde gezdirirken birden yukarı çıkıp boğazımı emmeye başladı. Bir yandan tek eliyle ellerimi başımın üstünde bağlarken diğer eliyle de belimi kavramıştı. Onun karşısında resmen savunmasız kalmıştım. Güzel saçları alnına düşmüştü. Bu onu gerçekten çok çekici yapıyordu. Ruhlarımız tek bir vücutta nefes bulmuş gibiydi. Kafasını kaldırıp bir süre gözlerini gözlerime kenetledi ve bir kez daha dudaklarıma yapıştı. Devam ederken biri kapıyı çok sert bir şekilde çaldı. Ateş hemen kazağını üstüne geçirip kapıyı açtı. Kapıyı çalan kişi Zafer Abi'ydi.
" Ateş Bey depoda çatışma olmuş. Arda Bey vurulmuş. Şu an hastanede."
Ateş sinirle soluyarak bana döndü ve " Ben gelene kadar sakın odadan çıkayım deme." dedi. Ben ise kafamı onaylar şekilde salladım. Ateş montunu giyip hızlı bir şekilde evden çıktı. Ben ise koşarak yukarıdaki odalardan birine girdim. Artık ciddi manada korkmaya başlamıştım. Depoda neden çatışma çıkmıştı ? Ya da orası ne deposuydu ? Ateş'in her şeyi belirsizdi. Bunlar aklımdan geçerken ağlamaya başladım. Artık bu belirsizlikten sıkılmıştım. İnsanların o depoyla ne gibi sıkıntıları olabilirdi ki ya da az önce yaşadığımız şeyler ne demekti ?
Beni bu duygular içinde bırakıp gitmişti.________________________________
Merhaba arkadaşlar, umarım bu bölüm hoşunuza gitmiştir. Yorum ve vote atarsanız çok sevinirim. 🖤
- Sizce Arda yaşayacak mı ? Yoksa ölecek mi ?
- Depoya neden saldırılmış olabilir ?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖLÜM SESSİZLİĞİ +18
ChickLitRuhlarımız artık birlikte olmuştu. Her bir nefesi vücudumu ateşe veriyordu. Ben o her nefeste savunmasız kalan ESNA YILDIZ, her seferinde beni yakan ATEŞ SOYKAN.