O olaydan sonra, Minho'nun yaptığı ilk şey ceseti bir ağacın gölgesine çekmek ve kan izlerinin üstüne biraz benzin döküp o bölgeyi kısa süreliğine ateşe vermekti.
Tahmin ettiği gibi ateş kısa zamanda sönmemişti. Yarım saatten daha uzun bir zamanda sönmüştü ve ne şans ki oradan kimse geçmemişti. Normalde çok kullanılan bir yol da sayılmazdı zaten. Kiliseye doğru gidiyordu.
Ceseti de yakmayı düşünmüştü ama o kadar cesur değildi ve yanan bir insanın kokusunu alırsa her şey daha kötüye bile gidebilirdi.
Biraz korkak sayılırdı.
Cesetin üstünü dallarla ve toprakla örttü ve titreyen bacaklarına nazaran hızla arabaya binip oradan çekip gitti. Hâlâ yüzündeki kaslar istemsizce kasılıp gevşiyordu.
Ailesinin yanına kanlı ellerle gitmeyi kesinlikle istemiyordu. Zira direksiyona kan lekeleri çıkmıştı ve Minho bunu unutursa ailesine bir açıklama yapmakta zorlanırdı.
Kavga ettiğini söyleyebilirdi ama ailesinin cidden kaldıracak hâli yoktu ve Minho onların gözünde uslu bir çocuk olmuştu. Kedilere hayran bir çocuk...
Tabii o yangından sonra Minho kedilere bir daha bakamamıştı bile.
Gideceği yer o cesedi gördüğü ilk andan beri belliydi. Amcasının yanına gidecekti. Amcasının ailesinin zengin olduğunu ve bu olayı örtbas edebileceklerini biliyordu.
Para her şeyi çözebilirdi.
Hayır, öyle olamazdı. Para ile Jaechan'ı geri getiremezlerdi veya yangının çıkmasını önleyemezlerdi.
Minho bunu orta gelirli bir ailenin tek çocuğu olarak hemen kavramıştı.
Kırmızı ışıkta geçtiğini bile son anda fark etmişti. Neyse ki sokaklar boştu ve bir kazaya daha maruz kalmamıştı.
Amcası da normalde babasıyla beraber aynı iş yerinde çalışıyordu. Fakat daha sonra, büyükbabası ölünce miras işleri dolayısıyla o örnek alınan kardeşlik bozulmuştu ve babasıyla amcasını bir daha yan yana görmemişti. Tahminen yedi yıldır böyleydi bu.
Amcası ile babası kavga etmiş ve babası ona yumruk atınca dava açılmıştı. Yumruk yediği için amcası kazanmıştı ve babasına kalan mirasın yarısını amcası almıştı. Bu da yüklü bir para demekti.
Ne yazık ki, amcası yangından sonra Minho'nun ailesinin nasıl kalkındığını ve bundan sonra kolaylık içinde yaşamak istemelerini umursamamıştı.
Ne adil dünya ama.
Her şeye rağmen, Minho amcasını severdi. Amcasından çok kuzeni Felix'i severdi. Lee ailesinin sıkı bağları vardı ve yaşlı üyeler dışında geri kalanının bağları böyleydi.
Tabii Minho ve Felix sürekli görüşüyor değillerdi. Ayda bir.
Araba nihayet tanıdık sokağa geldiğinde Minho içindeki heyecanı ve korkuyu dizginlemeye çalıştı. Derin derin nefesler alıyor ve yapacağı açıklamayı düşünüyordu. Her deneyişinde kelimeler birbirine bulandığı için Minho'nun aklı karışıyor ve zavallı genç vazgeçmeyi düşünüyordu.
Araba, sokaktan dönüp başka bir yola girdiğinde Minho titreyen eliyle telefonunu kavradı ve amcasını aradı. "Hey, nasıl gidiyor evlat?"
Amcasının dediklerine karşılık vermeyip donuk bir sesle konuştu. "Kapıyı açın."
Telefonu yanındaki koltuğa attı ve önüne geldiği dev parmaklıkların açılışını izledi. Siyah kapı yana doğru açılırken Minho sabırsızca gaza bastı ve malikanenin bahçesine girdi. Arabayı amcasının arabasının yanına park ettikten sonra telefonunu eline aldı ve kemerini çözüp arabadan indi.
İki katlı evin merdivenlerini ikişer ikişer çıktı ve onu kapıda karşılayan amcasına kısa bir sarılma bahşetti. Amcası onun sırtını sıvazlarken hâlâ tedirgindi ve heyecandan nefesi titriyordu.
* * * * *
"Güzel çocuğum, bu felaketlerin seni bulması pek tesadüf gibi gelmiyor bana." Amcasının her şeyi öğrendikten sonraki tepkisi bu olmuştu.
Doğruydu, Minho'nun hayatı bu felaketlerle şekillenmişti ve böyle de devam edecekti.
"Size katılıyorum sanırım." dedi Minho amcasının dediklerini tartarken.
Minho, her felaketin hayatında kazanacağı birine mâl olduğunu bilmiyordu.
"Birinin ölümüne sebep olmak hafif bir şey değil. Tabii ki bunun üstünü kapatırız ama..." Bay Lee'nin duraksaması, Minho'nun dikkatini çekmişti, genç kaşlarını çatarak amcasının devam etmesini bekledi. "Senin psikoloğa ihtiyacın var mı?"
Minho'nun kahkaha atmaması için dudağını sertçe ısırması gerekmişti fakat dudaklarının kenarlarının kıvrılmasına engel olamamıştı.
"Psikoloğa Jaechan hyung öldüğünde ihtiyacım vardı."
Bu tek cümle, amcasının kafasında kurduğu her şeyin bir bir yerle bir olmasına neden olmuştu işte. Hatta utanmasını ve başına eğmesini sağlamıştı.
Minho'nun keskin bakışları resmen havanın boğulmasına neden oluyordu. Amcasının her lafı boğazına dizilmişti ve yaşlı adam, sanki bıçak yutmuş gibi olmuştu.
Gergin ortam, Minho'nun kapıdaki sarı kafayı görmesiyle kısa süreliğine bölündü. Felix merakla salonda oturan babasına ve kuzenine bakıyordu. Neler olduğu hakkında fikri yoktu, gerçi öğrenmeye hevesli de değildi.
Sadece bu harap olmuş yüz cidden kuzeni Lee Minho mu diye düşünüyordu.
"Hey, ufaklık!" Minho yüzüne sahte bir tebessüm yerleştirip kuzenine el salladı. Bay Lee de alnında birikmiş terleri elinin tersiyle silip oğluna gelmesini işaret etti. Felix kıkırdayarak salona girmiş ve özlediği kuzenine sıkıca sarılmıştı. Öyle bir sarılmıştı ki neredeyse Minho'nun kucağındaymış gibi duruyordu.
Bay Lee, bu fırsattan istifade edip kelimeleri kafasında yeniden tartmıştı ve boğazını temizleyerek Minho'nun dikkatini yeniden kendisine vermesini sağlamıştı. Felix de babasının sesini duyunca kuzeninden ayrılmış ve yanına oturmuştu.
"Bu olayın üstünü kapatmam karşılığı," Minho'ya bir asır gibi gelen bir sessizliğin ardından Bay Lee gülümsedi. "bizimle kalacaksın."
****
Çok çerez bölümler bunlar. Henüz onları bir araya getirmeyi düşünmüyorum ama sıkılıyorsanız bunu öne alabilirim. En azından hızlanmaya çalışırım.
Umarım beğeniyorsunuzdur...
İyi okumalar!

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Villainous | Minsung
FanfictionMinho satanistti ve Jisung onu meleklerin varlığına inandıracak tek kişiydi.