Son dersin bitmesiyle toparlanıp çıktık. Kampüse yakın bir yerde güzel bir kafe var. Bazı duvarları boydan boya kitaplık. İçeride siyah renk yoğunlukta genel olarak ama kahve tonlarındaki detaylar da dikkat çekiyor.
Üstelik menüdekilerin fiyatlarının da uygun olmasıyla favori mekânlarımızdan biridir burası da.Benim kahve ile çok aram yoktur. Çaycıyım ben. Çeşit çeşit çay var zaten ne gerek var kahveye? Yanımıza gelen garsona kış çayı söyledim ardından Ekin de latte istedi. Tam gidecekken durdurdum garsonu.
- "Frambuazlı Cheesecake de alabilir miyim?"
- "Tabii hanımefendi."
Siparişlerimizi beklerken ne yapacağımızı konuşmaya başladık.
- "Şu bölüm hakkında bilgi bilgilendirme işi ile sen ilgilen ben de ikramlık küçük kurabiyeleri yapayım." Dedim.
- "Emin misin bunda? Çünkü bana göre hava hoş yani ama sen kim bilir kaç tane kurabiye yapacaksın."
Böyle düşünmemiştim ben sahi kaç tane yapmam gerekiyordu?
- "Doğru. Tamam sen de bana yardım edersin ben de Erasmus hakkında bilgi veririm de kaç tane yapacağız?"
Ekin elini çenesinin altına koydu ve düşünmeye başladı.
- "Kaç tane olur bilmem ama en az bir tane büyük bi kutu doldurmalıyız. Gelen kişi çok olur. Kutuyu alırım ben. Nasıl bir şey yapacağımıza ve nerede yapacağımıza karar verelim."
Garson siparişlerimizi masaya koyarken ben de nasıl bir kurabiye yapsak diye düşünüyordum. Hem pratik hem de lezzetli olsun ama önemli olan pratiklik. Bir kutu kurabiye yapalım derken sabahlamak istemem yani.
Çayımdan bir yudum almadan önce yanında getirdikleri küçük bal pakedini açıp çayımın içine döktüm. Karıştırdıktan sonra da bir duyum aldım çayımdan. Ardından da tatlımdan yedim. Mükemmel. Şu cheesecake ne güzel şey ya?
Ben tatlı ile aşk yaşarken Ekin beni izliyor, halime gülüyordu.
- "Tatlı yerken kendinden geçtiğini söylemiş miydim? Yemeden önce bi soru sormuştum ama sen transa geçtin. Hadi hadi sorumu cevapla."
- "Ekin kek yapalım bence. Tamam cheesecake ile uğraşamayalım o uzun sürer ama kek yapabiliriz hem lezzetli hem de daha pratik sanki. İki üç tepsi yaparız sonra da küçük küçük dilimleriz."
- "İyi tamam öyle olsun bakalım. Neli yapsak? Frambuaz dersen kafa atarım sana bak."
- "Tamam be. Çikolatalı ıslak kek yapalım. Of canım çekti.. Şeyde yaparız, yarın zaten az ders var öğlen çıkıp bizim eve geliriz yaparız."
- "Olur tamam, anlaştık. Sen eve gidince malzemelerine bak eksik varsa not al."
- "Alırım sen de git bilgi bul."
Kafeden çıktığımızda hava kararıyordu. Arabaya bindik, Ekin benim evime doğru sürüyordu. Evin önünde durunca aklıma bavulum geldi.
- "Ekin dün bavulumu bagajda unutmuştum, duruyor mu hâla?"
- "Aa evet evet duruyor."
Bagajdan bavulumu alıp Ekin'e görüşürüz dedikten sonra eve girdim. Hülya Teyze her zamanki gibi mutfakta bir şeyler ile uğraşıyordu. Yanına gidip kek için gerekenleri sordum yeterli miktarda var mı diye.
Eksikleri not aldık sonra da içeri gidip annemle biraz sohbet ettim. Daha sonra da odama çıktım.Önce bavulumdakileri boşaltıp yerlerine yerleştirdim sonra da yatağıma uzanıp telefonum ile ilgilenmeye başladım.
Bir telefon ile ne yapılabilecekse hepsini yaptıktan sonra aklıma dünkü kız geldi yine. Kendim ile ne zaman başbaşa kalsam aklıma geliyordu bu kız.. Tanrım tekrardan kalbimin parçalanmasını istemiyorum. Ama düşünmekten de kendimi alamıyorum...Hava soğuktu acaba hasta oldu mu? Şey mi yapsam, yarın ona bitki çayı mı götürsem?
"Aloo kızın adını bile bilmiyorsun nasıl bulacaksın da vereceksin içeceğini?"
Haklısın nasıl vereceğim?
"Dünkü duraktan otobüse binip dersine gitmişti. Eğer şanslıysan yine onu görürsün ve verebilirsin."
Aferin lan iç ses, bazen işe yarıyorsun he. Saat kaçtı? On buçuk civarıydı galiba. Evet evet saate bakmıştım hatta! Tamam o zaman ben yarın özel hasta içeceğinden hazırlayayım, termosa koyup götüreyim.
Kendimce plan yaptıktan sonra odamın ışığını yapatıp tavana dizdiğim yıldızları seyretmeye başladım. Bilirsiniz, ışıklarla dolu bir şehirde yaşıyorsanız ve yıldızları seyretmeyi seven bir insansanız hayat gerçekten çok zor. Ben de bu yüzden karanlıkta parlayan yıldızlar ile tavanımı süslemiştim.
Bir dakika yıldız mı kaydı? Ama bunlar gerçek değil ki. Sahiden gördüm ama söndü yıldız. Hoaydaa.. Kalkıp odanın ışığını yaktım ve tekrar tavana baktım. Orada yıldız yoktu. Yere baktığımda ise yerde olduğunu fark ettim. Yapışkanı tutmamaya başlamış, gevşemiş ve sonra da düşmüş. Bu durum beni üzmüştü.
Gerçek yıldızlarda ki durum da buna benzer bir durumdur aslında. Yıldızlar öylesine kaymazlar. Yıldız kayması demek; Yıldızdan bir parçanın kopup gitmesi demektir. Kopan parça atmosferimize hızla girdiği için yanarak düşer, hâl böyle olunca biz de gökyüzünde parlak bir yıldızın kaydığını düşünür mutlu oluruz. Aslında ne kopan parça parlar bir daha ne de kalan parça. Bu üzücü bir durumdur. Bu olayın sonucunda dilek tutulmaması gerekir bana göre. Ne kadar trajik değil mi? Öyle.
Odamdaki yıldızın düşmesi ile biraz hüzünlenmiştim. O yıldızı alıp arkasına tekrar yapıştırıcı sürüp eski yerine yapıştırdım. Gerçek hayatta tekrar parlayamayabilirler ama benim odam da bu geçerli değil! Parlamaya devam et küçük yıldız! Sönmesin ışığın!
Daha sonra ışığı kapatıp tekrardan yatağıma uzandım. Bir süre sonra uykuya daldım.
Alya'nın odasındaki yıldızlar gibi senin de her daim parlamanı ve huzurunun hiç sönmemesi dilerim..
Bir sonraki bölümde görüşürüz. (:
ŞİMDİ OKUDUĞUN
* Gülümse (gxg) *
Teen Fiction"Alya eğill!!" Sesi algılamam ve harekete geçirmem o an benim için çok zor bir eylemdi. Dünya durmuş gibiydi ve dünya bile durmuşken ben hareket edemezdim. Yanıma birilerinin koştuğunu hatırlıyorum sadece. Deniz bana bakıyordu ağlayarak.. Onun ağlam...