"Üzgünüm, efendim. Hekim izniniz olmadan sizi morga almam mümkün değil, lütfen işimi zorlaştırmayın!" dedi morgun girişinde "güvenlik" gibi öylece dikilip bekleyen esmer bir hemşire. Beyaz hemşire önlüğüyle ten rengi uyum içindeydi ve bence çok yakışmıştı. Esmer kadınlar favorimdir. Bir de böyle bir esmer olursa...
Tabii, o an bunları düşünmedim, aslında düşünecek durumda değildim.
Son bir buçuk saattir gözyaşlarıma hâkim olamıyordum. Yanaklarımdan hızla akıp gidiyorlardı. Dünya farklı bir şekilde dönüyor gibiydi. Daha çok buğulaşmıştı. Kendime geldiğimi sanmıştım ama gelemediğimi anladım.
"Benim," dedim, konuşurken zorlanıyordum, "ailem bu odada yatıyor. Bırakın da gireyim. Son kez..." Cümlenin devamını getiremedim.
Gözyaşlarımın ardı arkası gelmiyordu. Konuşmaya çalıştıkça daha da hızlı düşüyorlardı yanaklarıma.
"Üzgünüm, beyefendi. Dediğim gibi, önce hekim izni gerekli."
İçimden küfür etmeye başladım. Normalde küfür etmekten de edenden de hiç haz etmezdim. Ama o gün işler tamamen farklıydı. Ben de kendimde değildim zaten.
"Bu çocuk benimle," diyerek yanımıza yaklaştı otuzlu yaşlarında bir adam. Sesi tanıdık geliyordu. Telefondaki polis olmalıydı bu. Aslına bakarsanız kalın ve gür sesi, yanımdayken kulağıma daha güzel gelmişti. Kirli sakalları, kendisini olduğundan daha yaşlı gösteriyordu. Saçları uzundu ve onları henüz yeni siyaha boyamış gibiydi, arkaya doğru taramıştı. Cüzdanındaki polis kimliğini kapıdaki hemşireye gösterdi ve elini yavaşça omzuma atarak beraberinde kapıdan içeri girmem için bana kafasıyla işaret etti. Başka zaman olsa bu hareket gözüme çok havalı gelirdi fakat o an bu düşünce aklımdan geçen en son şey bile olamazdı.
Bir şey merak etmiştim.
"Benim olduğumu nereden anladım?"
"Babanın rehberinde, senin numaranın üzerindeki fotoğraf sayesinde bu pek de zor olmadı," dedi ve ufak bir tebessüm etti. Ben de bu tebessüme karşılık vermek istedim ama yapamadım. "Adli tabip, anne-babanın otopsilerini yapmadan önce ufak bir adli kontrol yapmak üzere birkaç dakikaya burada olur. O zamana kadar ailenle vedalaş."
Başımla bu teklifi onayladım. Bir yandan morga girmek için can atsam da diğer yandan korkuyordum. Ölülerden değil, ailemi o halde görmekten.
İlk kez bu kadar çok ölünün yanında bulunuyordum-mezarlık ziyaretleri dışında- ve epey bir gerildim. Duvarlar üstüme geliyormuş gibi hissettim, iyice daraldım. Yanımdaki polise teşekkür etmek istedim, yapamadım. Yapabildiğim tek şey, annemin ölü bedeninin yanına oturup yüzüne dokunmak oldu. Ölü bedeni soğuktu, hatta buz gibiydi. Ben dokununca ısınmıştı sanki. Her an ayaklanıp konuşacak gibi duruyordu. Ayaklanıp bana sarılacak gibi...
Yapmadı ama. Bekledim ama yapmadı. Sarılmadı. Onun yerine ben sarıldım. Sıkıca, bir daha hiç bırakmayacakmış gibi. "Anne! Bırakma beni! Gitme, lütfen!" diye bağırdım, lakin içimden. İçimde fırtınalar kopuyordu. En kötüsü de oydu işte. İçimdekileri dışarı yansıtamıyordum. Yalnızca ağlayabiliyordum.
Kollarımı annemin vücudundan çektim. Kapalı gözlerine baktım. Son kez buz kesmiş yüzüne dokunup alnını öptüm. Sonra öptüğüm kısmı elimin tersiyle sildim. İçimden ona veda ettim, sanki beni duyacakmış gibi...
Babama baktım. Ten rengi beyazdan ziyade mora çalıyordu. Çıplak ve biraz kaslı bedeni beyaz bir bez ile örtünmüştü, tıpkı annem gibi. Göğsündeki seyrek tüyleri görebiliyordum. Yaşlı değildi. Aksine, kırk bir yaşında olmasına rağmen oldukça genç ve aktif bir adamdı. Annem de öyleydi. İkisi de birbirini tamamlıyordu. O yaşta kim ölmek isterdi ki?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
1 DAVA 5 OYUN
Mystery / Thrillerİstanbul'un son polisiyesi... Çağatay, anne ve babasının ölümü üzerine beyninden vurulmuşa döner ve olacaklardan habersiz ayakta durmaya çalışır... Okurları tahmin edemeyeceği sonuçlara çıkaracak gizemlerle buluşturan "1 Dava 5 Oyun" polisiye-cinaye...