Tam da tetiğe elimi götürmüştüm ki kapıdan içeri yaşlı bir adam girdi. "Burası uzun zamandır açılmamıştı. Hay Allah! Özlemişim yahu," dedi yaşlı adam. Kafasında tatil şapkası vardı. Beyazımsı gri sakalları oldukça uzundu. Hawaii tişörtü ve giydiği kapri onu oldukça genç gösteriyordu. Şapkası da bunlara dahildi.
Elimdeki silahı refleks olarak ona doğrulttum ve tetiği çektim. Aramızda beş-altı metre kadar mesafe vardı. Onu göğsünün tam ortasından vurdum. Nişan dahi almamıştım.
"Kahretsin!" diye bağırdım.
Silah olduğu gibi elimden yere düştü. Tüylerim diken diken oldu. Ellerim titriyordu ve buna engel olamıyordum. Katil olmuştum. Hayatımda ilk kez birini vurmuştum. Belki de son kez. Gözlerim karardı. Kendimi yere bıraktım. Bu hissi o gün ikinci kere yaşıyordum. Çok tanıdıktı. Bilincimi iyice kaybetmeye başlamıştım. Bulanık sesler duyuyordum. En son da "Zeki çocuk, iyi işti. Çok şanslısın," diyen bir ses duydum. Kimin söylediği hakkında bir fikrim yoktu.
"Adresi söylüyorum: Tarabya, Kefeliköy Caddesi, İtalyan Konsolosluğu Yalısı. Bir ölü, evet."
"Amirim, katil gözünü açtı."
"Çağatay, iyi misin?"
Gözümü açmıştım ama gördüğüm her şey bulanıktı. Duyduklarımsa sanki farklı bir boyuttan kulağıma geliyormuş gibiydi. Çok susamıştım. Boğazım kurumuştu. İlk olarak hissettiğim şey de buydu: susuzluk.
"Su," dedim.
"Başka bir emriniz var mıydı?"
"Sen de kimsin?"
"Polisim. Görmüyor musun?"
"Pek sayılmaz."
"Bir de dalga geçiyor. Ayağa kalk da senin hakkını verelim, adi herif!"
"Ne oldu bana?"
"Ona ne yapacaksınız?" Bunu soran Derya'ydı.
"Ona hâkim karar verir. Bizim görevimiz, bu pisliği nezarethaneye atmak." Bu da polisti.
Bilincim yavaş yavaş yerine geliyordu. Sadece etraf biraz buğulu gibiydi. Bilincim yerine geldikçe susuzluğum da artıyordu. Tekrardan "Su," dedim. Nihal'i bana doğru yürürken gördüm. Çantasından içi dolu bir pet şişe çıkardı. Sonra da kapağını açıp onu ağzıma uzattı. Yavaş yavaş içirdi bana. Rahatlamıştım. Fazlasıyla. Nihal'e teşekkür ettim.
"Seni karakola götürüp sorgunu alacaklar. Sonra bir iki gün nezarette yatarsın. Son olarak da kararı mahkeme verir. En az on sene. Kaçışın yok. Üzgünüm, dostum."
Bayılana kadar yaşadığım olayları hatırlamaya çalıştım. Her şey çok hızlı gelişmişti. "On sene mi?" Derya'ya baktım. Ağlıyordu. Bir yandan da bana yaklaşmaya çekiniyor gibiydi. Yaptığım şeyi onun için yapmıştım oysaki. O ve Nihal için. Aksi takdirde ben ölecektim. Bunun yerine masum ve yaşlı bir adamı öldürdüm. Aslında isteyerek yaptığım da söylenemezdi. Adam aniden içeri girince bir anlık refleksle ona ateş ettim. Üzgündüm. Artık yapabileceğim bir şey yoktu.
Kulağıma elimi götürdüm. Kulaklık yoktu. Düşmüş olmalıydı. Etrafıma baktım, yine de o şeyi göremedim. Nereye gittiği hakkında hiçbir fikrim yoktu. Merak da etmiştim. Ama o an düşünmem gereken en son şeydi kulaklık.
"Kendine geldiysen gidelim artık," dedi Nihal. Polisti sonuçta. Bu sefer yanımda duramazdı. Konu adaletti çünkü.
Pek isteksiz, onu başımla onayladım. Polislerin de yardımıyla ayağa kalktım. Gözlerim karardı. Beş altı saniyelikti bu karartı, hemen geçti. Başım dönüyordu, lakin belli etmeden yürümeye başladım. Ellerimde kelepçe olduğunu biraz geç fark ettim. Sanırım, ben baygınken takmışlardı. Yanımdaki polislerden birinin elinde adam öldürdüğüm silah vardı. Ağzı kapalı bir poşet içinde duruyordu. Polisin diğer elinde de mermiye benzer bir şey vardı. Mermi değildi. Mermi kurbanın göğsünde olmalıydı.
Yalıdan çıkmadan önce kapının hemen solunda ölü vaziyette yatan yaşlı adama baktım. Sanki beni duyuyormuş gibi içimden ona özür diledim. Yapmam gerekiyordu. Üzgündüm, ama artık olan olmuştu. Ölüme çare yoktu. Tıpkı katilin bana sorduğu sorunun cevabı gibi, işlenebilecek en büyük suçu işledim. Bir daha asla telafi edemeyeceğim bir suç. Cinayet.
Yalıdan çıktık ve kapı önünde bekleyen taksiyi gördüm. İçindeki, beni buraya getiren taksiciydi. Beni görünce arabadan indi. "Lanet olsun sana! Bilsem getirir miydim seni? Lanet olsun sana! Ne istedin koca adamdan? Yazıklar olsun!" Çok sinirliydi. Polisler olmasa gelip beni saatlerce dövecekmiş gibi bakıyordu bana. Bir polis, o adamın yanına gitti ve ona, beni ihbar ettiği için teşekkür etti. İfade vermesi için de o adamı karakola çağırdılar.
Yanımdaki iki polisle birlikte polis arabasına bindik. O anı tarif etmekte güçlük çekebilirim. Çünkü; cidden, üst üste gelen bu olayların ardından hapse girecek olmam... Anlatılmaz yaşanır, dedikleri noktadaydım.
Şoför olan polis arabayı çalıştırdı ve gaza bastı. Camdan son bir kez Derya'ya baktım. Ağlıyordu. O da sıra dışı olaylar yaşadı benimle birlikte. Kaçırıldı sonuçta. Bir insan hayatı boyunca kaç kere kaçırılırdı ki? Sonrasında, önünde cinayet işlendi. Hem de katil, sevdiği adamdı. Yaşadıkları şey onun için pek de normal değildi. Kendimden ziyade onun için daha çok üzülüyordum. Yavaşça gözden kayboluşunu izledim arabanın arka camından. Özleyecektim onu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
1 DAVA 5 OYUN
Mystery / Thrillerİstanbul'un son polisiyesi... Çağatay, anne ve babasının ölümü üzerine beyninden vurulmuşa döner ve olacaklardan habersiz ayakta durmaya çalışır... Okurları tahmin edemeyeceği sonuçlara çıkaracak gizemlerle buluşturan "1 Dava 5 Oyun" polisiye-cinaye...