19 Haziran
"Ne yani, dün geceden beri arabanda mı kalıyorsun?" Nihal'in yüzünü belirgin şekilde endişe ve öfke kaplamıştı. Ama öfke, daha ön plandaydı.
Evet, dercesine başımı salladım. "Eve gitmeye cesaretim yoktu. Bundan sonra da olmayacak." Öyleydi. Cesaret edemezdim. Çünkü tüm hatıralar o evin duvarlarına sinmişti. Eğer o eve geri dönseydim duvarlar benimle konuşurdu; ailemden bahsederdi. Üstüne üstlük fotoğraflar ara ara çığlık atardı, ruhsuz ama sonsuz fotoğraflar.
Nihal, gözlerimin içine bakarak "Çağatay," dedi,"ben buradayım. Bundan sonra da hep burada olacağım, senin yanında. Her ne yaşarsan yaşa, bundan böyle her zorluğun üstesinden beraber geleceğiz. O katili de beraber yakalayacağız. Anladın mı beni? O şerefsizin hesabını beraber keseceğiz!" Sesi çok güçlü, bir o kadar da zayıf ve korku dolu çıkıyordu. Bunu anlamak pek de güç değildi. Ama söylediklerini laf olsun diye söylemiyordu, bundan oldukça emindim.
İşte buydu! Katili yakalamak. Başından beri düşünmem gereken şeydi bu. Kaybettiğim insanlardan sonra yapmam gereken, elimden gelebilecek tek şeydi intikam...
Nihal'e teşekkür ettim.
Bu gece onun evinde kalmam için bana ısrar etti. Reddedemedim. Evliydi, fakat kocası beni çok iyi tanıyordu. Seviyordu da. Bulunduğumuz harabe evden -ev demeye de bin şahit gerek- çıktık.
O harabe ev aslında Selim'in dedesine aitmiş. Yani Selim böyle söylemişti. Dedesi öldükten sonra Selim'in ailesi o eve bir daha asla gitmemiş. Anahtarı Selim'deydi. Evin duvarlarına bakınca lise yıllarında yaptığımız serserilikler kolayca görünebiliyordu. Neyse... hataların neresinden dönsek kâr, değil mi?
Nihal'in evine doğru yola koyulduk. Onun arabasıyla gidiyorduk. Sabah ilk işi bir çekici çağırıp benim arabayı da oraya getirmek olacağını söyledi. Ben de ses etmedim. Yolda bana teselli verebilecek birkaç cümle dile getirdi. Aslında hiçbiri işe yaramadı, yine de gülmeye çalıştım. Ara sıra tebessüm ettim.
Her biri her ne kadar sahte olsa da...
Aradan kısa bir süre geçmesine rağmen yumuşak bir yatakta uyumanın verdiği rahatlığı özlediğimi fark etmiştim. Güvenliksiz park köşelerinde; arabanın, arka kısmındaki hiç rahat olmayan koltuklarında uyumak bayağı yormuştu beni.
Uykuya dalmak için yarım saat yatakta kıvrandım. Lakin başaramadım.
Anne-babamın morgdaki halleri gözümün önüne geldi. Selim'i o durumda görmeye cesaretim olmadığından onun halini sadece hayal edebildim. Göğsünün alt kısmını tamamen kaplayan beyaz örtü, git gide moraran göz altları, iyice beyazlamış tüysüz yüzü. Yüzünde sakal çıkmazdı veya bıyık. Ona arkadaş ortamında genelde "Köse Selim" diye hitap edilirdi. O lakabı ben takmıştım ona. Bundan rahatsızlık duymuyordu. Hatta sakalları çıkmadığı için seviniyordu da diyebilirim. Çok pozitif bir insandı. Saftı, fazlasıyla temiz ve iyi kalpliydi. Keşke onun yerine ben ölseydim, dedim bir an. O bunu hak etmemişti.
Sonrasında, teyzemle olan sabahki telefon konuşmamız aklıma geldi. Sabahın altısında beni merak ettiği için aramıştı. Ben o sırada bilmem ne parkının kaldırımına park ettiğim arabamda-pek rahat olmasa da- uyur vaziyetteydim. Gidip onların evinde kalmamın benim için daha iyi olacağını tekrarladı. Bir ara uğrayacağımı söyleyip geçiştirdim. Yalan söylüyordum. Belki de söylemiyordum. Bilmiyordum.
Böylelikle, son iki günde bilmediğim şeylere bir yenisi daha eklenmiş oldu.
Keşke gidip bir otelde kalsaymışım. Aklım neredeydi ki?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
1 DAVA 5 OYUN
Mystery / Thrillerİstanbul'un son polisiyesi... Çağatay, anne ve babasının ölümü üzerine beyninden vurulmuşa döner ve olacaklardan habersiz ayakta durmaya çalışır... Okurları tahmin edemeyeceği sonuçlara çıkaracak gizemlerle buluşturan "1 Dava 5 Oyun" polisiye-cinaye...