Ben Derin.
Küçük bir kasabadan kocaman şehre geldim üç yıl evvel. Bu yabancı şehirde silinip gideceğimi düşünürken yedi tane mükemmel insanla kesişti yolum. Onlar ailem oldu. Annem oldu, ablam oldu, her şeyim oldu. Ailemizden uzakta kurduğumuz dost...
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
GELENEĞİ BOZMAYALIM. LÜTFEN BAŞLADIĞINIZ TARİHİ BURAYA BIRAKIN.
Küçücük bir alanda tıkılıp kalınca insanın en büyük arzusu bulunduğu köhne yerden kurtulup büyük maceralara atılmak oluyordu. En azından bu benim için böyleydi. Manisa'nın küçük bir kasabasında on sekiz yılımı geçirdikten sonra bulduğum ilk fırsatta valizleri toplayıp kendi serüvenimi yazmak üzere yola çıkmıştım.
Büyük hayallerim vardı.
Serüvenimin başladığı AŞTİ'de üniversiteye başladığımda yapacaklarımı sıraladığım uzunca bir listenin olduğu defterimi çantama koyarken ellerim titreyişini unutamıyordum. Yaklaşık yedi saatlik yol boyunca sanki o defteri ben yazmamışım gibi yeni bir heyecanla tekrar tekrar okumuştum. Üniversitemin bulunduğu şehri, Ankara'yı, defalarca araştırmıştım gelmeden önce. Henüz keşfetme fırsatına erişemesem de ilk iş olarak bu güzel şehrin sokaklarında anılarımı bırakacak, şehrin kendisi olacaktım.
Neden Ankara diye düşünebilirsiniz tabi ki. Haklı bir soru. Sonuçta bozkırın ortasında, denizden uzak, stratejik konumundan dolayı başkent olma şansına erişmiş bir kentten bahsediyoruz. İstanbul, İzmir, Antalya gibi püfür püfür deniz meltemiyle ruhunuzu yıkayabileceğiniz güzide şehirler varken neden bozkırın tezenesi Ankara?
Anlatayım. Sosyal olarak dışa kapalı bir çevrede yetişmiştim. Her adımım özenle takip edilir, her eylemim sorgulanırdı. Kasaba yaşamının kötü bir getirisi maalesef. Ailem olmasa bile sokakta karşılaştığım herhangi bir tanıdık ailemin bile üzerine vazife olmayacak derecede ve tabi kendilerine bakmadan, benim davranışlarımı eleştirmeyi ya da direkt müdahaleyi etmeyi kendilerine hak görüyorlardı. Lafı çok dolandırdım. Mahalle baskısı işte kısaca. Bu yüzden ilk hedefim yaşadığım şehirden bağımsız bir yerde okumak oldu. Neyse ki ailem eğitime önem veren ve tek kurtuluşun eğitimden geçtiğini bilecek kadar erdemli bir aileydi de şehir gözetmeksizin okuma isteğimi desteklediler. Ben de bunu fırsat bilip hemen planlar yapmaya başladım. Ailemin bana müdahale etme ihtimalini yok edecek kadar uzak olmalıydım. Bu yüzden İzmir'i kafadan eledim. Manisa'nın pek çok ilçesi İzmir'in kendi ilçelerinden daha yakındı merkeze. Bu yüzden bizim kasabadan okul servisi için sürekli araçlar kalkardı ve bu da benim İzmir'de yaşama olanağımı elimden alıyordu. İstanbul da bana uymazdı. Fazla kalabalık ve yorucu bir şehirdi. Küçük bir kasabadan çıkıp öylesine karmaşık bir kültürün içine Arabesk filmindeki Müjde Ar gibi fütursuzca kendimi atamazdım. İstanbul nerede ağalar diye olaya giren Müjde Ar'ın sonu malum yani. Antalya da istediğim akademik etkileşim için yeterli değildi. Velhasıl kelam yaptığım ince araştırma ve analizler sonucunda kafamdaki Türkiye haritasının tam ortasındaki bir yer ışıklı levhalar gibi yanıp sönmeye başladı ve ben kararımı verdim.
Ankara'da yeni bir başlangıç yapacak ve en başta bahsettiğim hayatımın macerasına atılacaktım.
Sonuçta beni tanıyan yargılayıcı insanlar yoktu. Ailem sürekli beni kontrol edemezdi, telefon da bir noktaya kadar yardımcı olurdu onlara. İyi söylenmiş bir yalan ve kurgulanmış bir senaryo da hayat kurtarıcı olabilirdi. Bunu yurt hayatına atıldığımda keşfedecektim.