14.Bölüm

20 0 0
                                    

"Nitekim deniz de bağrına atılan taşı unutur ama o taş yine oradadır ve oradan bir daha çıkmaz." Halikarnas Balıkçısı

Laciverte çalan gökyüzü, yavaşça aydınlığı kucaklarken ellerimle saçlarımı geriye attım. Gözlerim rüzgârdan savrulan ağaç dallarına gitti, yaza girmiştik, ama hâlâ soğuk mevsimini üzerimde hissediyordum.

Tenime değen rüzgârın şiddetiyle irkildim ve sallandığım koltuktan kalktım. Saatlerdir oturmaktan uyuşmuş bedenimi umursamazken, karanlık odama şöyle bir göz attım. Grinin hakim olduğu odam, son birkaç haftadır yaptığım değişimlerden dolayı sade daha güzel duruyordu. Uykusuzluktan kan çanağına dönmüş olan gözlerimi ovuşturup, gardrobun önüne geçtim ve duş için gerekli olan eşyalarımı alıp banyoya yöneldim.

Yarım saat içinde soğuk bir duş almış, ve bütün kişisel ihtiyaçlarımı gidermiştim. Saçlarıma sardığım havluyu kirli sepetine atarken aynadaki yansımamla göz göze geldim.
Gözlerimin mavisine siyah bir gölge düşmüş, koyu bir laciverti andırıyordu. Gözlerimin içi, uykusuzluktan kanlanmış, gözaltlarımda mor halkalar oluşmuştu, ve yüzüm  bir ölü kadar beyazdı.

Kurumuş dudaklarımı dilimle ıslatıp, ellerimle nemli saçlarımı geriye attım.
Hızla duştan çıktım, makyaj masasının üzerinden nemlendiricimi alıp solgun yüzüme yavaşça yedirdim.
Fırçayı alıp, saçlarımı hızla taradım.

Uzayan saçlarım beni geçmişe sürüklüyordu, elimi hızla indirip fırçayı masanın üzerine bıraktım. Başımı sağa sola sallayıp odadan çıkmak için ayaklarıma yön verdim.

Ayaklarımın altında hissettiğim soğukluğu umursamadan, merdivenlerden inerek mutfağa adımladım. Raftan aldığım kahveyi, askılıktan aldığım kupaya doldurdum üzerine sıcak su ekledim, çekmeceden aldığım kaşıkla yavaşça karıştırdım.

Soğuktan buz tutmuş parmaklarımı kupaya sıkıca sardım ve salona doğru adımladım.
Yüzüme gelen saç tutamlarını sağ elimle enseme toplarken, duyduğum derin nefes sesiyle kaşlarımı çattım.

Gözlerimi salonda dolaştırırken, onu görmem ile irkildim.
Kanepeye gelişigüzel oturmuş, yayvanca bacak bacak üstüne atmıştı.
Katran karası saçları uzamış,  alnına gölge halinde dökülmüştü. Gözleri, siyah incileri anımsatan gözleri bir çok duygu barındırıyordu.

Ağırca yutkundum, ben onun sağında kalan tekli koltuğa doğru yönelirken, oturduğu yerde dikleşti. Gergince oturdum, sıcak kahveden bir yudum alıp kupayı masaya bıraktım. Masanın üzerindeki paketten bir sigara alıp yaktım.

Sessizlik, aramızda büyük bir duvar örmüştü. Aldığım nefeslerden başka duyulan tek bir ses bile yoktu. Sanki konuşsak, her şey daha çok sarpa saracak, sanki konuşsak, her şey binbir parçaya ayrılacak gibiydi.
Sigaradan son bir nefes daha çekip, masanın üzerindeki küllükte söndürdüm. Kupayı tekrardan ellerime sardım, oturduğum yerde dikleşip bacaklarımı kendime çektim.

Dudaklarımı birbirine bastırıp kesik bir nefes aldım ve yüzümü ona çevirdim.
Bekledim, neyi beklediğimi bile bilmeden sadece bekledim.
Gözlerimi, hasret kaldığım kemikli yüzünde gezdirdim, sakalları biraz daha uzamış, yüzü biraz daha cansız duruyordu.

Sanki, zamanın eli değmişti bize.
Neredeydi bu zaman dedikleri şey? Nerede bırakmıştık biz onca güzelliği? Biz, ne için sarılmak zorunda kalmıştık zamana?
Yanan gözlerimi sıkıca birbirine bastırdım.

"Ecrin.." duyduğum bu fısıltı, anlatabilir miydi ruhumun vaveylasını?
Gözlerimi açarak direk gözlerinin içine baktım.
Elimdeki bardağı masanın üzerine bıraktım.
Sustum.
Bir cevap vermem gerekmiyordu.
Saç tutamlarının arasından kırışan alnını görebiliyordum.
Dudaklarını birbirine bastırıp derin bir nefes aldı.

EKİM ÖYKÜSÜHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin