"Ah benim soğuk yalnızlığım,
Bugünüm,
Yarınlarım...Sende olmasan
Ne yapacağım ben,
Hâlden anlamayan
İnsanlarla,
Bu garip dünyada?"Yanan gözlerime ellerimle baskı uyguladım, dudaklarımı birbirine bastırıp derin bir nefes çektim içime. Hissettiğim huzurla göz kapaklarımı aralayıp, hırçın dalgalara çevirdim bakışlarımı.
Derin, sonsuz gibi gözüken bu mavilikte yaşamak isterdim.
Ceketimin cebindeki paketten bir dal sigara ile çakmağı aldım. Soğuktan çatlamış dudaklarımın arasına yerleştirdiğim sigarayı ateşledim ve içime derince bir nefes çektim.Ardı arkası kesilmeyen düşünceler beni boşluğa sürükleyip duruyordu.
İçtiğim sigaranın genzimi yakmasına müsade ettim.
Düşünmek istemiyordum.
Hatırlamak istemiyorum.
Ama en ince detayına kadar her şeyi hatırlıyordum.Derin düşünceler eşliğinde içtiğim sigarayı yere atıp postalımın ucuyla ezdim.
Sert esen rüzgar ile gözlerimi kırpıştırdım ve tekrardan beni cezbeden maviliğe baktım.Deniz, her zaman benim en sevdiğim şey, vazgeçilmezimdi.
Benim rengim, benim acımdı.
Burnuma dolan denizin, tuzlu kokusu genzimi yakarken yutkundum.Benim günbegün kanayan yaram annemdi. Geçmek bilmeyen, zamanla silinemeyen..
Ne zaman duyumsasam denizin eşsiz kokusunu annemi hatırlarım.
Buram buram anne gibi kokar bana, annemi hatırlatır annem gibi tüter burnumda..Dolan gözlerimi kırpıştırdım, çalan telefon ile elimi sağ cebime attım.
"Ahmet Abi arıyor" Ekranda gördüğüm isim yarama tuz basıyordu.
Meşgule attım daha sonra sessize aldığım telefonu ceketin cebine tıkıştırdım.Avukat olan Ahmet abi annemle meslektaşdı. Geçen yıllar önce annemin vasiyeti için bana ulaşmış ama kabul etmemiştim. Annemden kalan tüm mal varlığını Lösev'e bağışlamıştım.
O yoktu çünkü, o yokken ben onun hiç bir şeyine dokunamazdım. Bana bıraktıklarıyla mutlu bir hayat süremezdim.
Bu anneme yapacağım en büyük ihanet olurdu.Aklıma gelen düşüncelerle bir sigara daha yaktım.
Annem.
Lösemiydi.
14 yaşlarındaydım o zaman, Üsküdar da oturuyorduk. 2 katlı geniş bahçeli müstakil bir evimiz vardı.
Dudaklarımın arasındaki sigaran sert bir nefes çektim.
Annem çok yoğun çalışıyor, hatta eve de işlerini getirir olmuştu.
Son zamanlarda uykusuz geçirdiği geceleri, baş dönmelerini, şiddetli baş ağrılarını hatta bayılmalarını görüyordum.Her defasına hastaneye gidelim dememe rağmen, gitmiyordu.
İşin yorgunluğunu bahane ediyordu annem.
Babaannemin bize geldiği bir zaman, annemin bu durumunu şikayet etmiştim. Ben küçüktüm, görmezden gelebilirdi söylediklerimi. Ama babaannemi kırmazdı annem, bir dediğini iki etmezdi.Birkaç ay sonra, babaannem bize kalmaya geldiğinde annemin günden güne eriyen bedeni, güçsüz düşmüş bayılmıştı.
Ambulans ile çevre hastanesine gittiğimizde ilk müdahaleyi yapmışlardı.Küçüktüm daha, her şeye rağmen hayatı güzel buluyordum, yaşamaya değer zannediyordum.
O gün, hastaneye adım attıktan sonra uzun bir süre çıkamadık.Annem hastaydı. Çok hastaydı, lösemiydi.
Ben hastalık denilince, gripi bilirdim, veya üşütmeyi.
Çocukluk aklım, anlamadı. Anlamak istemedi.
Benim annem kanserdi.
Yıkılmaz duvarları olan, zarif bedenine rağmen yüreği sağlam, omuzları dik, güçlü bir kadındı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EKİM ÖYKÜSÜ
ChickLit&Wattpadde EKİM ÖYKÜSÜ adında ilk kitap! Soğuktan titreyen bedenime sımsıkı sardım kollarımı. Sırtımı ona döndüm, "Eskiyor, ama eksilmiyor kalp ağrısı." diye mırıldandım yavaşça. Ve Atlas'ın "Üstümüze sinen acıların keskinliğine rağmen, hiç eksil...