chapter fifteen

4K 304 64
                                    

"Alo?"

Üç harfli bir kelimeyi çıkarabilmek için bütün irademi kullanmam gerekmesi ne kadar komikti... Milyonların önünde zorlu koreografileri öz güvenle tamamlayan Rosé'nin, küçük kardeşiyle telefonda konuşurken ter döktüğüne kim inanırdı! 

"Abla?" Alice'in şaşkın sesini duyar duymaz, bütün endişelerim yok oldu. Telefonun öbür ucundan bile beni ne kadar özlediğini duyabiliyordum. "Anne, baba! Ablam arıyor!"

Aslında herkesi telefonun başına toplamasını tercih etmezdim ama pek seçeneğim yokmuş gibi görünüyordu. Alice çoktan hattın öbür ucundan yok olmuştu. 

"Roseanne?" Annemin ağlamaklı sesi beni hazırlıksız yakaladı. "Nasılsın, iyi misin güzel kızım?"

Bir buçuk saat süren, gözyaşı ve özlem dolu bir telefon konuşması yaptık. Ben iç çekişler eşliğinde onlara sahte ilişki kararımdan bahsettim, onlar da kariyerimle ilgili aldığım tüm kararlara saygı duyduklarını söyleyerek içime su serptiler. Görünüşe göre Alice tweeti attığım ilk saniye görmüş fakat açıklamanın benim kararım olduğunu düşünerek ebeveynlerimize bir şey söylememişti. Onun gibi bir kardeşe sahip olmak için önceki hayatlarımdan birinde devasa bir sevap işlemiş olmalıydım. 

Omzumdan kalkan yükle birlikte sırıtarak yatağımdan kalktım. Evet, bir buçuk saat boyunca yatakta yuvarlanarak konuşmuştum. Hızla saçlarımı tarayıp elime gelen saç tellerini görmezden geldim. Kötü eklenilmiş sarı kaynaklarım sık sık böyle elime gelir ve ne kadar çirkin olduğumla ilgili yarım saat boyunca ağlamama sebep olurlardı.

O sabah hiçbir şeyin moralimi bozmasına izin vermeyecektim. Taylor Swift şarkıları mırıldanarak giyindim ve aşağı indim. Saat daha sabahın sekiziydi, kızların hiçbiri uyanmamıştı. Dün gece Jennie'nin sinir krizine girip dağıttığı her şeyi toplamaya ve kırıkları çöpe atmaya başladım. Eğer uyanıp da bunları görürse kötü hissedeceğini tahmin etmiştim.

Ortalık sıradan bir ev görüntüsüne erişince, moralleri yüksek tutmak adına kahvaltı hazırlama kararı aldım. Hala kimse uyanmamıştı. Buzdolabını açınca içinin tıka basa dolu olduğunu görerek sırıttım. Birkaç yumurta ve süt alıp kapağı kapattım. Un, şeker ve yağ bulmak için biraz mutfakta debelendim fakat sonuç olarak gerekli malzemeleri tezgaha dizmeyi başardım. Jennie bazen sabahları bize sevimli pankekler yapardı, bu sabah da ben yapacaktım.

Pişirdiğim ilk pankeki tabağa henüz koymuştum ki kapı çaldı.

Şirketin yolladığı birileri olmadığını umut ederek koştum ve ellerimdeki unu koluna bulaştırmamaya çalışarak kapıyı araladım. Kafamı açtığım boşluktan dışarı çıkarınca şok içinde kalakaldım.

"Selam, Rose değil mi?" Sarışın genç, karizmatik şekilde gülümsedi ve kapının aralığından bana elini uzattı. "Ben Jimin."

Kim olduğunu elbette biliyordum! "Hoş geldin, Jimin." dedim, hiçbir saygı ifadesi kullanmadan. O da benim ismim için aynısını yapmıştı. "Bir şey mi oldu?"

"Şey, aslında..." O devam ederken ben de kapıyı iyice aralayıp unlu ellerime dikkat ederek titiz bir cerrah gibi aramızda tuttum. "Dün gece olanlardan haberin vardır diye düşünüyorum. Jennie iyi mi diye kontrol etmeye geldim."

Gergince elini ensesine attı ve mahcup mahcup gülümsedi. Normalde bu kadar kolay yumuşamazdım ama karşımda ezilip büzülmesine gülümsememe engel olamadım. "İçeri gelsene, Jennie daha uyanmadı."

Jennie'nin daha önce sadece şirketteki stajyerlerle kısa süreli ilişkileri olmuştu, bir de EXO'nun Kai'siyle bir süre çıkmıştı. Exlerinin hiçbiri arkadaşımı üzdüklerinde kapısına gelip iyi mi diye kontrol etme zahmetine girmemişti. Hal ve hareketlerine bakılacak olursa samimi biriydi bu Jimin, güvenimi on saniyede kazanıvermişti.

the Goddess ☬ rosékook ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin