chapter twenty five

3.2K 262 56
                                    

Rahatsız edici olan bütün duyguları aynı anda yaşıyordum.

Daha önce defalarca idol olmanın bana göre olup olmadığını düşünmüştüm. Sahnedeyken mutluydum, stüdyoda daha da mutluydum, bir şeyler besteleyip söylerken bulutların üstüne çıkıyordum. Fakat ünlü olmanın getirdiği sorumluluklar... Spot ışığında koşuşturmaktan nefret ediyordum.

Son iki haftadırsa tek yaptığım spot ışığında koşuşturmaktı. Hiçbir şey yokmuş gibi davranmam bekleniyordu, basit bir Instagram postu atarak hala hayatta olduğumu kanıtlamıştım ve o günden beri programdan programa koşuyordum. Süper bir çift olduğumuzu kanıtlamak için Jungkook'la karşılıklı yorumlaşıyor, tweetler atıyorduk. Bir araya gelemeyecek kadar meşguldük.

Elbette Jungkook, albüm hazırlığında oldukları için meşguldü. Benim ise ölmediğimi kanıtlamam gerekiyordu.

Yüzümü mümkün olan her yerde gösterdiğim iki haftanın sonunda Twitter'da şimdiye kadar gördüğüm en büyük çaplı hashtag kampanyası başlatılmıştı. 24 saattir Twitter trendleri benim ve şirketin bir basın açıklaması yapıp olanları açıklamamızı isteyen taglerle doluydu.

Her fırsatta yeniden hortlayan #TanrıVeTanrıça tagindeyse boy boy Jungkook'un beni kurtardığı görüntüler paylaşılıyordu. Aslında ekibim, görüntüler bu kadar yayılmadan saldırganı yakalayıp Evet, her şey yolunda, Rosé süper hissediyor ve saldırgan da cezasını çekecek temalı bir makale yayınlamayı planlamıştı. Elbette ki evdeki hesap çarşıya uymamıştı ve mevzu bu kadar büyümesine rağmen, bana saldıran adamın kimliği hala meçhuldü.

İş işten geçmiş ve artık hayranların tepkisi çığ gibi büyümüş olduğu için, canım (!) şirketim bir basın açıklaması yapmam gerektiğine karar vermişti. Ne diyeceğime dair hiçbir fikrim yoktu fakat işte oradaydım, YG Entertainment ana binasının en kalabalık odasında, kendi kriz toplantımda ortalıkta duran ordövr tabaklarını silip süpürüyordum.

Yuh, Rosie. Bunu da yeme artık be.

Bir süredir sesi çıkmayan, tam da en sakin olmam gereken zamanda birden geri dönmeye karar veren sese aldırış etmedim.

Şişko.

Arasında füme et olan bir kanepeyi mideye indirdim.

Hayatımda hiç bu kadar stres altında kalmamıştım, dikildiğim yerde soğuk terler döküyordum. Chaewon'un beni her şeyden haberdar ettiği telefon konuşmasının ardından apar topar şehir değiştirmiş ve kaosun ortasına sürüklenmiştim. Haftalardır nefes dahi alamıyordum.

Dış kapıda basın mensupları bekliyordu, etrafımda imaj danışmanları ve sosyal medya uzmanları kavga ediyordu. Zavallı bir garson kalabalıktan bayılmıştı.

"Rosé? Söyleyeceklerinin üstünden geçelim mi canım?"

Lacivet takım elbisesi eğer dokunursam elimi kesebilecek kadar keskin ütülenmiş genç bir kadın yanımda bitti. Kim olduğunu bilmemem kötü bir şey miydi?

Sorularım yüzümden okunuyor olmalıydı ki kadın kendini tanıttı. "Bana Wendy diyebilirsin, şirketin basın danışmanıyım. Burada da senin için hazırladığımız metin var." Elime bir kağıt tutuşturdu. Kağıdı çifter çifter görmem biraz endişelenmeme neden oldu.

"Ölümden dönen benim, olayı kendi kelimelerimle anlatsam daha iyi olmaz mı?" diyebilmeyi başardım. Benim için bu kadar önemli bir açıklamayı senaryo yazarlarının eline bırakacak değildim.

Sadece çok... yorgundum. Düşünmek için biraz molaya ihtiyacım vardı. Kanepelerden birini daha ağzıma attım.

Wendy, elime kağıdı tutuşturduktan sonra ben yazılanları ezberleyene kadar dibimden ayrılmadı. Onun gönlü olsun diye konuşmayı beğenmiş gibi yaptım.

the Goddess ☬ rosékook ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin