Bölüm 10

175 19 80
                                    

Dudakları dudaklarımla buluştuğunda etraftaki her şey bir anda yok oldu. Bir eli bel oyuntumda, diğer eli boynumdaydı. Parmaklarını ensemdeki saçlara geçirmişken baş parmağıyla yanağımı okşuyordu. Omzundaki ellerimi boynuna, oradan da ensesine çıkardım. Belimi sıkıca kavrayıp beni kendine biraz daha çekti ve aramızdaki mesafeyi tamamen kapattı. Vücudumun onunkine çarpmasıyla titrerken hücrelerim çoktan içimde söndürmesi imkansız büyük bir yangın başlatmıştı. Dudaklarımı araladı ve biz tam ileride pişman olabileceğimiz bir evreye geçmeden hemen önce telefon çaldı.

Chanyeol'ün zil sesi çadırımızın sessizliğine bomba gibi düşerken ateşe dokunmuş gibi aniden birbirimizden uzaklaştık. Chanyeol ağzının içinde anlayamadığım birkaç şey geveledikten sonra telefonuna uzandı. Yutkunarak boğazımı ıslatmaya çalışırken bir yandan da elimi yelpaze gibi boynuma sallıyordum. Yanaklarım yanıyordu. Hayır, tüm vücudum yanıyordu ve bu kesinlikle sıcaktan değildi. Az önce ne olmuştu öyle? Ya da doğru soru: eğer telefon çalmasaydı az önce ne olacaktı?

Chanyeol telefona cevap vermedi. Aramayı sonlandırıp telefonunu tekrar çantasının üstüne fırlattı. Aramıza tuhaf bir atmosfer çökmüştü. Gözlerimi çadırın her bir noktasında gezdirdim ama ona bakmadım. Biraz önceki halimizi düşündükçe ondan tarafa bakamıyordum. Ne tepki vereceğimi bile bilmiyordum.

Chanyeol konuşmaya girip, üstümüze çullanan bu garip sessizliği ortadan kaldıracakmış gibi nefes aldı ama zil sesinin tekrar çadırımızda yankılandığını fark edince homurdanarak telefonunu yeniden eline almıştı. Gelen telefona şükretmekle lanet okumak arasında gidip gelirken derin bir nefes çektim ciğerlerime.

"Efendim, Jieun?" dedi Chanyeol, düz bir sesle.

Chanyeol'n duyamayacağı şekilde bir homurtu kaçtı ağzımdan. Gecenin bu saatinde herkes uykuya dalmışken arayan başka kim olabilirdi ki ? Acaba bu sefer aklından ne geçiyordu?

Jieun'un sesi duyabileceğim şekilde telefondan yükseldi ama ne dediğini anlayamıyordum. Anlamaya çabalasam anlardım belki ama ona odaklanamayacak kadar başka bir âlemdeydim. Hislerimin kontrolünü yeniden elime almaya ve kalbimin hızını azaltmaya çalışmakla meşguldüm. Beceremesem de deniyordum en azından.

"Önce bir sakin ol." dedi Chanyeol, Jieun'a. "Derin birkaç nefes al." Birkaç saniye onu bekledikten sonra devam etti. Kaşlarını çatmıştı. Yüzündeki düşünceli ifadeyle dikkatle Jieun'u dinliyordu. "Şimdi bana ne olduğunu düzgünce anlat."

Jieun, sanırım ağlıyordu çünkü hıçkırık seslerini duyabiliyordum, kesik kesik bir iki cümle kurduktan sonra "Chanyeol, lütfen!" dedi. "Çok kötüyüm."

Chanyeol, sanki benim ne düşündüğümü anlamak ister gibi yavaşça yüzünü bana döndü ama ben hemen gözlerimi ondan kaçırıp yine çadırda dolaştırmaya başlamıştım. Gözleri bir karadelik gibiydi. Yakalandığım an kendimi onda buluyordum. Kaçmaya çalışmak aklıma bile gelmiyordu çünkü bu zaten mümkün değildi. Ona baktıkça nefes alışverişlerim hızlanıyordu.

"Jieun, şu an uygun bir vakit..."

Jieun, Chanyeol'ün sözünü kesti. "Lütfen, Chanyeol. Ne yapacağımı bilmiyorum, korkuyorum da!" Chanyeol bir süre daha onu dinledikten sonra, "Tamam." dedi en sonunda iç çekerek. "Tamam. Sen önce bir sakin ol. Geliyorum ben." Ve telefonu kapattı.

Her yanımızı sarmak için hazır bekleyen sessizlik yeniden eski yerini almadan önce boğazımı temizleyip, "Bir problem mi var?" diye sordum. Ona doğru dönsem de doğrudan gözlerine bakamıyordum. Ya da yüzüne. Yüzünün herhangi bir kısmına. Gözlerim kucağında, telefonunu tutan elindeydi. Biraz önce boynumu okşayan, saçlarımda gezinen elinde. O sıcaklığı yeniden hissetmek arzusuyla boğuşurken elimi boynuma atmaktan kendimi son anda durdurdum.

Bay Americana ve Kalbi Kırık KülkedisiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin