{Ve hayat bana hatalarımı düzeltmem için bir şans vermedi.}
Gözlerimdeki hissettiğim acıyla ne kadardır önümdeki aciz evi izlediğimi farketmeden kirpiklerimi birbirine kavuşturdum. Uzun zamandır akmayı bekleyen gözyaşım hafif bir baskıyla uçup gitti gözlerimden.
Kafamı önüme doğru eğdiğimde cılız bacaklarım beni karşılarken kendime acımamı sağladı ki insanlar nasıl acımasın? Daha sonra kolumda sıkılığından iz bırakmış saate ilişti gözüm. Eskiden olsa canımın acığıdını söyleyip anneme çemkirirdim oysaki şuan o bana ayaklarıma batan cam kırıklıklarının arasındaki ufak bir iğne kadar acı veriyordu.
Gerçekten bir anda hayatım nasıl böyle olmuştu? Artık mutluluktan şikayet edecek duruma gelmiş olan ben son bir kaç haftadır ölme planları yapıyordum. Gerçi şuan eve gidip kendimi bıçaklasam ölümü bulamayacak kadar yanlızdım.
Yerdeki rengi solmuş çantamın saplarından tutarak çekiştirmeye başladım. Neredeyse iki buçuk haftadır yanından bile geçmediğim evimin anahtarını rastgele attığım cebimden çıkartırken kapıyı açtım.
Derin bir nefes alarak gözlerimin duvarlardaki mutlu aile tablosuna takılmasına izin vermeden kapıyı sertçe kapattım.Eskisi gibi babamın merdivenlerden inerken "Mia yine neye kızdın da hıncını kapıdan çıkartıyorsun?" demesini çok bekledim. Ama tek duyduğum kontrolsüz nefeslerimdi.
Ayağımdaki babetlerin yeri gıcırdatmasını umursamayarak anılarımın doluştuğu eve daha çok sindi bedenim. Gözlerimin bulanık görmeye başlamasıyla ağladığımı yeni farketmiştim. Kulaklarım tanıdık sesler arıyor, gözlerim onları görmek istiyordu.
"Bak bugün eve çok geç geldim neden mutfaktan çıkıp bana kızmıyorsun anne?"
Hıçkırarak söylediğim cümle sesimin yavaş yavaş yükselmesine neden oluyordu.
"Bak baba eve yine ayakkabılarımla girdim."
Elimle ayakkabılarımı işaret ederken gücümün kalmadığını anladım.
"Peki ya sen neden yanıma gelip bana kızdıktan sonra üzüldüğümü görüp sarılmıyorsun."
Son söylediğim cümle istemsizce fısıltı şeklinde çıkmıştı. Elimle başımı tutarken kendimi koltuğa attım. Her gün dış görünüşüme dikkat ederken şuan saçım dağınık gözlerim şiş ve kıpkırmızı gezdiğime yemin edebilirdim. Elimle ıslanmış olan kırpmalarımı yana atarken zamanın geçtiğini bildiren saatin sesleri kulağıma geldi. Gözlerimi de onunla buluşturduğumda zamanın benden çok şey çaldığını farkettim. Bu zamana kadar hep canım ne istiyorsa onu yapıyordum ve bu yüzden ne evime ne de aileme vakit ayırabiliyordum. Genelde ya okul partilerine ya da arkadaşlarımla minik eğlencelere giderdim.
Peki en çok vaktimi harcadığım şeyle ilgilenmeme hala fırsat varken Tanrı benden hiç zaman geçirmedigim şeyleri mi almıştı? Bu ne kadar adaletliydi? Onlar hep yanı başimdayken ben aptalca depresyonlara girip odama kapatarak geçirmiştim vaktimi ve bu yüzden hep kendimden nefret edecektim.
Bu hayatta yaşadığım tek eksiklik "aile" kavramıydı. Artık ne her sabah beni uyandırmaya çalışan annemi ne de ders çalışmaya zorlayan babamı görebilecektim. Şu saatten sonra yanlızdım, yapayanlız.
Bu benim ilk hikayem ve dolayısıyla heyecanlı yanı sıra da kuşkuluyum. Sizden ricam bölümün sonuna başlama tarihinizi ve herhangi bir kitapta okuduğunuz en güzel cümleyi yazmanız.
-yağmur birdaha böyle güzel yağar mı şimdi çıkıp ıslanmazsak...-
3391 KİLOMETRE
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Provision
FanfictionDudaklarındaki öfkeyi bir hatıra olarak boynuma kondurduğundan beri acı çekiyorum sevgilim. Bedenimi yakıp kavuran bu öfkeyi aşka çeviremeyecek kadar uzakta olduğunu biliyorum fakat benliğini kavuştuğumuz kuma gömdüğünden beri yanına gelmek için ruh...