{Geçmişteki umutlar gelecekteki pişmanlıklar olmuştu hayatlarımızda.}
"Lütfen bana o partiye gitmeyeceğini söyle."
Kızmış ve tedirgin ses tonuyla telefonumdaki daveti ısrarla okuyan dedeme göz devirdim. Beni korumak istemesi veya kırılmamdan korkmasını anlıyordum. Sorun şu ki bir insan acılarından, onu paramparça edecek şeylerden kaçmamalı aksine savaşmalıydı. Böylelikle acıyı yavaşça hissedemeyecek kıvama gelmeliydi. Hayatımda ilk defa dedeme karşı gelerek kalbimi yok etmesine ihtimal vererek o eve gidecek ve soruşturacaktım. Üç yıllık kardeşliğin bu denli kolay bitmesi ve yerimi dolduran kişilerle bu kadar mutlu olması beni zaten fazlasıyla yoruyordu.
"Ben acı içinde yüzerken onun başka insanlarla eğlenmesi benim canımı yakıyor."
Bu öfkemin, bu kırgınlığımın sonuna kadar haklı olduğunu biliyor fakat birşey diyemiyordu. Eskiden bana yapılan haksızlıklara boyun eğmemem gerektiğini şuan kaçmamı ima eden adam öğretmişti bana, doğru ya her şey eskide kaldı.
"Daha iki günün var, iyice düşün."
Ateş püskürten gözlerimi dedeme dikerek ellerimi birbirine vurdurdum. Artık hiçbir şeye katlanamıyor, her şeye çabucak sinirleniyordum. Belkide haklıydı, bir psikoloğa gitmeliydim.
"Düşünmek istemiyorum, kararımı verdim."
Altını çize çize veya başka bir deyişle bastıra bastıra söylediğim cümle karşısında bana sinirle baktı. Verdiğim kararlarda üzülsem dahi yanımda olmasını bekliyorken ateş püskürtmesi doğru değildi. Kelimelerimi içime düğümleyerek yanımdaki bedenini hızla çekti ve boşluğa bakmamı sağladı. Şuan aldığım kararla çekip gitmişti. Omzuma elini koyup şans dilemesini beklerken birşey demeden odasına çekilmişti. Donmuş gözlerim hala beni bıraktığı koltuğa bakarken ayağa kalkıp yavaşça bahçeye ilerledim. Sanırım temiz hava alıp düzgün kararlar vermeliydim. Şuan dilediğim tek şey girdiğim yollardan dönüp dedeme 'haklıydın' dememekti. Şaayet öyle olursa yüzüne dahi bakamazdım. Ayağımın altında ezilen çimlere karışmış minik taş taneleri kulağıma adeta müzik sunarken kendimi bu eşsiz toprak kokusunun üstüne atarak yıldızlara odaklandım.
"Niye seni her gördüğümde böyle düşüncelisin?"
Yanımda hissettiğim bedenle yavaşça irkilirken karanlığın altında parlak siyah saçları sayesinde yüzünü seçtiğim Mark'a anlamsız bakışlar attım. O da kendini benim gibi çimlerin üstüne atarak konumunu yanımda belirledi.
"Yanlış yollara girmemeye çalışıyorum çünkü."
Hafif tebessüm ederek tapınılası gözlerini hayallerimi süsleyen yıldızlardan çekip gözlerime dikti. O çok farklı biriydi, anlam veremediğim bir şekilde her çıkmaz yola girdiğimde bir anda yanımda belirip kitaplardaki anlıyamadığımız ama kalbimize işleyen cümleleri bana sunuyordu. Açıkçası ona baktığınız zaman parayı, şöhreti her şeyi bir kenara bırakıp sadece huzurla yaşamak isteyen naif bir adam gibiydi fakat içindeki fırtınaları kimse bilmiyordu.
"Ama giriyorsun."
Artık mantıklı konuşmasına şaşırmıyor ve sadece onu başımla onaylamakla yetiniyordum. Kalın dudaklarını büzüp beni anladığını belirtir bir şekilde bakarken saçlarını elleriyle dağıttı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Provision
FanfictionDudaklarındaki öfkeyi bir hatıra olarak boynuma kondurduğundan beri acı çekiyorum sevgilim. Bedenimi yakıp kavuran bu öfkeyi aşka çeviremeyecek kadar uzakta olduğunu biliyorum fakat benliğini kavuştuğumuz kuma gömdüğünden beri yanına gelmek için ruh...