9

288 115 34
                                    

{Sırlarınızı ruhunuzla birlikte mezara gömmeliydiniz, onlar asırlar boyu ayakta kalabilecek kadar güçlü fakat üstünü örten şeylere boyun eğebilecek kadar da zayıftı.}

Elimde ekranı açık kalmaktan ısınan telefonum, gözümde yılları çöpe atan sırlarım, kalbimde ise yükten ezilen acılarım vardı. Yeteri kadar acı çektiğimi düşünüyordum zaten, meğersem yaşadıklarım sadece bir provaymış. Hayatımda olmaması gereken iki insan beni bu denli çökertmiş, yıkmıştı. Onlarla açtığım bu zor savaşta daha en başından yenilgiye uğrayan bir asker seçilmiştim. Bu odada bu yenilgiye kendi başıma kutluyor, bedenimi kavuran ateşi tek başıma soluyordum. Oysa bu nefret dolu ateşimi paylaşsam acım dinmez miydi? Başkalarından özenle koruduğum dedeme ben zarar vermek istiyor gibiydim. İçimdeki gözyaşlarımı, uyumuş hayallerimi, paramparça umutlarımı tek ben görüyordum. Elimde kalan son gücüm seyirip giderken telefonumun ekranını uzun süre sonra kapattım. Şuan yapmam gereken tek şey toparlanıp parti için hazırlanmaktı. Zira her geçen dakika insanlardan soracak hesaplarım artıyordu.

Çökmüş bir şekilde yataktan kalkıp dünden isteksiz bir şekilde hazırlamış olduğum kırmızı günlük elbisemi üzerime geçirdim. Aynaya bile bakma tenezzülünde bulunmadan dudağıma hafif, renk vermesi için pembe bir ruj sürüp ayağıma fazla esprisi olmayan bir babet geçirdim. Eskiden olsa özenle hazırlanır, saatlerce makyaj yapardım. Artık güzel görünmek zerre umrumda değildi bu da açık bir şekilde belli oluyordu zaten.

"Ben çıkıyorum."

Doğum gününe gideceğimi anlayan dedem telaşla bana doğru döndü. Üzerime giydiğim elbiseyi gözünde iyice süzdürürken hızla yüzüme baktı. Onu bu denli üzdüğüm için kendime kızıyordum, ben bu eve geldiğimden beri başındaki sorunlar bitmiyor, her dakika telaşla yaşıyordu.

"Biliyorum bana kızacaksın fakat senin oraya gitmene razı olamazdım bu yüzden hazırlandığını anladığım an Mark'ı aradım ve seninle o partiye gitmesini söyledim. Lena denen kıza hiç güvenmiyorum, arabayla seni oraya götürücek ve çok geç olmadan da evine teslim edecek."

Derin bir nefes alıp dedeme hüsranla baktım. O partide birşey yaşansa bile Mark mı beni kurtarıcak, mutlu olmamı sağlayacaktı. Cidden bu saçmalıktan ibaretti. Fakat şuan dedemin içini rahatlatmak benim görevim olmuştu, bu yüzden sadece başımla onaylamakla yetindim. Şuan bana bahçede onun gelmesini beklemek iyi bir fikir gibi gelmişti, en azından ortam biraz yumşardı. Arkamı dönüp yavaşça bahçeye doğru adım attım.

"Mark seni kapının önünde bekliyor."

Yürümeyi bırakıp arkamı dönmeden dinlemeye başladım. Belkide bu fikri söylediğim ilk zamandan beri Markla konuşmuştu. Bu kadar hızlı gelmesi beynimi şaşırtırken birşey söylemeden bahçe kapısına ilerledim. Uzaktan gördüğüm siyah arabanın kapısına yaslanmış Mark'ı görmemle olduğum yerde kaldım. Benim aksime fazla şık giyinmişti, giymiş olduğu siyah gömleğin düğmelerini açık bırakmış ve boynunu herkese sunmuştu. Telefonuyla ilgilenmeyi bırakıp beni gördüğünde küçük bir şokla adımlarımı hızlandırdım.

"Gidelim mi?"

Yüzüme dahi bakmadan sessizce kelimelerini bana sundu. Anlaşılan bana kırgındı ve oturup ondan özür dileyecek değildim. Birşey söylemeden kapıyı açtım ve bedenimin koltuğa sinmesine izin verdim. Yanımdaki sürücü koltuğuna oturup şarkı açtığında gözlerimi cama mühürledim. Sessiz bir yol çekmek hayatta en sevdiğim şeylerden biriydi, anlaşılan şuan onu yapacaktık. Burnuma gelen erkeksi kokusu aklımı karıştıracak cinstendi. Gözümün önünden akıp giden yol bana geçmişimi sorgulatırken kulağıma doluşan müziğin eşsiz kadife ses tonu bana geleceğimi sorgulatıyordu. Az sonra tam olarak ne yaşayacağım, kaç saat ağlayacağım veya kaç gün kendimi odaya hapsediceğim hakkında düşünürken parmağımdaki yüzüklerle oynamaya başladım. Zaman kavramı hayatımda hızla ilerlerken her geçen saniye kazanmak yerine kaybediyordum, biraz sonra olacağı gibi.

ProvisionHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin