{Birilerinin yağmurunda gökkuşağı olun, işte o zaman size sunulan altın tacı zerafet ile takmış olursunuz.}
Yaşadığım veya atmış olduğum her adımda karşılaştığım zorlukların yazarı ben olmuştum sanki. Gidebildiğim yerlerin sonu hiç bitmeyecekmiş gibi yanıltırken, özgürlüğü seçtiğim için ben sorumlu olmuştum. Karşımda duran çıkmaz yolları reddetmek beni kahinatın sunmuş olduğu kanatlar ile uçurur sanmıştım. Oysaki nereden bilebilirdim beni koruduğunu düşündüğüm adamın yere çakmam için kanatlarımı kırabileceğini.
Elimdeki kupayı dudaklarıma götürüp acı kahvenin yüzümde oluşturan anlamsız ifadesini hissetmek iyi gelmişti. Ayağımdaki terlikleri kenarıya koyup çimlerin dokusunu hissettiğimde gözlerimi kapatıp kupayı yanı başıma koydum. Esen rüzgar saçlarımı savurup ferahlamama yol açıyor ve benliğimi bulabilmemi sağlıyordu.
Dedem bahçesindeki çiçekler ile uzunca ilgilendikten sonra yanımdaki sandalyeye oturup şapkasını çıkarttı. Onunla olan saçma ilişkim her geçen gün yıpranırken düzeltmeye çalışması aşikar ortadaydı. Bakışları bunca yılın vermiş olduğu yorgunluk ile kısık ve acınasıyken ona duvar örmem beni yıpratıyordu.
"Nasılsın?"
Kahvemi tekrardan dudaklarım ile buluşturup büyük bir yudum aldım. İçimdeki karmaşa bulutları çakıp yağmur yağdırırken iyi olduğumu söylemek saçmalıktan ibaretti.
"Bilmem."
Kısa cevabım ile bakışlarını benimle buluşturup başını salladı. Kurduğumuz diyolagların sonu hiçbir yere bağlanmadığını ikimizde çok iyi biliyorken her defasında bana nasıl olduğumu sorması yeterince sinir bozucuydu.
"Bana haber vermeden bir yere gitmeni istemiyorum."
Histerik gülüşümü ona sunup ellerimi saçlarımdan hızla geçirdim. Bu bir merak belirtisi miydi yoksa kendini tatmin etme yöntemleri mi? Birine bağlı olarak yaşayan biri hiç olmamışımdır, özgürlüğün bende yarattığı bu etkiyi iliklerime kadar hissetmeyi sevsem bile karşımdaki beden itaatkâr olmamı bekliyordu.
"Sana haber verdim."
Umursamaz çıkan sesimle arkasına yaslandı. Beni anlamaya çalışması veya yaşadığım şeylerin zorlukları ile nasıl mücadele vermeye çalıştığımı görmesi bu denli zor olmamalı.
"Evden çıkıp gittikten sonra kısa bir mesajla dimi?"
Meydan okumak istercesine çıkan kaba ses tonuyla yüzümü buruşturup kafamı yana çevirdim. Her bir kelimesi iğneleyici olup bedenime saplanırken neden hala bu evde kaldığımı düşündüm.
"Hadi ama dede Markla olmam senin işine geliyor olmalıydı."
Histerik gülüş atmam onu kökten sinir ediyor ve sesinin her dakika daha çok yükselmesine yol açıyordu.
"Kafanda ne gibi bir izlenim var bilmiyorum ama tek yaptığım şey seni korumak."
Ciddiyetini bozmadan cümlesini bana sunduğunda kafamı sallamakla yetindim. Bu bile artık bana inandırıcı gelmiyordu. İnsanların algıladıkları şeyler birer gurur kırıcı şeylere dönüşmüş ve duygularını yok etmeye başlamıştı. Bendeki izlenim yanarak yok olmak kadar acı verirken onu güvenmem veya inanmam ne kadar doğru olabilirdi ki.
"Peki, öyle olsun."
Yanı başımda duran terlikleri ayağıma geçirip bedenimi karşısından yok ettim. Bu kadar iğrenç ve yalancı bir adama dönüşmesi beni hayrete düşürse bile bazen olumlu bakmak adına beni koruduğu düşüncesini kafama kazımaya çalışıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Provision
FanfictionDudaklarındaki öfkeyi bir hatıra olarak boynuma kondurduğundan beri acı çekiyorum sevgilim. Bedenimi yakıp kavuran bu öfkeyi aşka çeviremeyecek kadar uzakta olduğunu biliyorum fakat benliğini kavuştuğumuz kuma gömdüğünden beri yanına gelmek için ruh...