2.3

348 29 22
                                    

Oğlan kalın, kısa parmaklarını masanın üzerinde dolaştırdı. Masa, pek düzgün bir masa sayılmazdı ama ellerini götürebileceği başka hiçbir yer de yoktu. Masaya sabitlenmiş kelepçeye baktı, anksiyetesinin azmaya başlamasına saniyeler vardı. Başını kollarının arasına yasladı, birkaç küfür mırıldandı, vücudunun titremeye başladığını hissediyordu. Arkası görünmeyen cama doğru seslendi.

"İlaç! İlacımı içmek zorundayım. Bana ilacımı getirin!" Bağırdı. Eğer burada kriz geçirirse elleri kelepçenin etkisiyle kesilecekti. Sandalye, yere çivilenmişti, ayaklarında prangalar varmış gibi hissediyordu, olmamasına rağmen. Vücudu titremeye başladığında ufak bir çığlık bıraktı. İlacına hiç olmadığı kadar ihtiyacı vardı...

Aradan geçen sürenin ardından Kiba durdu. Krizi sona ermişti, kimse ona ilacını getirmemişti. Belki de camın ardında kimse yoktu. Kiba bunun mantıklı olacağını düşündü, suçlu olduğu hala bir muammaydı ve kimse kasıtlı olarak ona zarar vermek istemezdi. Bu dünyada her şeyi statü belirlerdi, ona yaranmak isteyeceklerine dair şüphesi yoktu. Yine de, camın arkasında biri varmış gibi hissetmekten kendini alıkoyamıyordu. Ellerini kelepçede gevşetmeye çalıştı. Bileklerinde kırmızı izler vardı, yer yer kan oturmuş gibi duruyordu. Her krizinde olduğu gibi bunda da saçını yolduğunu biliyordu, saç dipleri acıyordu. Bir başkası olsa şimdiye dazlak kalmıştı, Kiba öyle olmadığı için genlerine teşekkür etmeliydi.

Kapının gıcırtıyla açılmasıyla birlikte Kiba başını kaldırdı, saçlarını elinden geldiğince düzeltmeye çalışmıştı ama giren kişinin yüzüne bakınca pek de başarılı olmadığı anlaşılıyordu. Avukatı topuklusunun çıkardığı tok sesle yürüdü ve karşısındaki sandalyeye oturdu. Elindeki mektup biçimindeki evrak çantasını masaya bıraktı. Kiba'yla göz teması kurmaya çalıştı ama Kiba bakışlarını çantadan ayırmamaya ant içmiş gibiydi. Tek istediği zımparası düzgün yapılmamış bu masadan ellerini çekebilmekti. Çantanın sıcaktan yanmış gibi görünen derisine dokunmak istiyordu. O dokuyu parmak uçlarıyla duyumsamak, derinin kokusunu almak istiyordu. Bu, daha önce hissetmediği garip arzu bastırılabilecek gibi değildi ama sağ elinin tırnağını sol eline geçirdi. Başını doğrulttu ve avukatına baktı.

"Inuzuka-sama, buraya bir yanlışlık üzerine geldiğinizin pek tabii farkındayım. Ben gelene kadar herhangi bir ifade vermemeniz sizin lehinize olmuş durumda. Öncelikle, size atılan bu iftiranın aslını sizden dinlemem ve buna uygun bir savunma hazırlamam gerekiyor. Şimdi, 21 Ekim 2006 gecesi ne yaptığınızı bana anlatın lütfen."

"Herhangi bir savunma yapmanıza gerek yok. Polisi yormaya da gerek yok. Çağırın lütfen, sorguyu ertelemeye gerek yok."

"Ama efendim, bu asılsız suçlamaları bertaraf edebilmemiz için öncelikle benim sizden dinlemem gerekiyor. Sonrasında sizi savunabilmem için bu gerekli, polisler sizi köşeye sıkıştırmak isteyecektir. İşleri zorlaştırmayalım."

"Asılsız bir suçlama yok ortada Koma-san. Ben, itirafımı vermek istiyorum. 21 Ekim 2006 gecesinde bir cinayet işlendi, bunca zamandır ortaya çıkmaması sadece şanstı, tabii böyle bir şeyi şans olarak adlandırırsanız."

Avukatın sallanan eli durdu. Kaşları çatıldı ve yüzündeki bütün kan çekildi. Kağıt gibi bir beyazlığa büründü. İşvereninin gözüne baktı, karşılık alamamıştı ama önemi de yoktu. Önemli olan Kiba'nın söyledikleriydi. Onun, akli dengesinin yerinde olmadığını düşündü. Bu zamana kadar bir işçisine dahi sesini yükseltmeyen bir adamdı o, birini öldürmesine imkan yoktu. Parmaklarını iç içe geçirdi ve derin birkaç soluk almayı denedi, tıkanıyordu. Ortamdaki sessizlik elle tutulabilir bir somutluğa bürünmeye başlamıştı. Kiba, bir nefes daha aldı ve tırnağını etine biraz daha geçirdi.

"Az önce duyduklarınız sizi şaşırtmış olabilir Koma-san ama gerçekler bunlar. İsterseniz en baştan anlatabilirim..." Böylece Kiba en ufak ayrıntıyı dahi atlamadan anlatmıştı. Koma ise onu nasıl savunacağını düşünüyordu. Beyni bir saat gibi çalışıyordu, tabii duvara sabitli olan saat zamanı dilimlemeye de devam ediyordu. Belki bir saat geçti, Kiba suç ortaklarının adlarına, onların şimdi nerede olduğuna kadar her şeyi ifşalamıştı. Koma yutkundu. Cinayetin üzerinden on sekiz yıl geçmişti, zaman aşımına uğramak zorundaydı. Kiba itirafçı olmuş, diğer üç katili de söylemişti, bu onun belki de hiç ceza almadan işten sıyrılmasını sağlayabilirdi. Evet, daha fazla gizlemesinin bir anlamı yoktu, bu işten en fazla yüklü bir miktar para cezasıyla kurtulacak birisi varsa o da Kiba'ydı, diğer üçü değil.

"İki yılın sonunda cinayet zaman aşımına uğrayacak bu yüzden itiraz edip mahkeme sürecini uzatmaya çalışabiliriz. Ondan sonra itiraf etseniz dahi ceza almayacaksınız. Bu, yasadaki en büyük boşluklardan biridir." Kiba kaşlarını çattı, bu kadar basit miydi yani? Birini öldürmüştü ve mahkemeyi uzatma süresine göre kolayca işten sıyrılacak, sabıkası bile olmayacaktı. Tanrı aşkına! Böyle bir şey nasıl bir yasal boşluk olabilirdi? Karşısında duran kadına baktı. Sımsıkı toplanmış topuzu, çatık kaşları ve kapkara gözleri vardı. Sanki, şu an biraz daha koyulaşmıştı. İşverenine olan minnettarlık ve sevgi duygusu onu asla yapmayacağını düşündüğü şeylere itmişti. Kiba o an fark etti, avukatı bile Akio'dan daha sadık bir insandı ona karşı. Kafasını eğdi ve birkaç derin soluk aldı.

"Bilmiyorum. Biraz düşünmek zorundayım. Bu işi cezasız atlatmak istediğimden emin bile değilim. Koma-san, sizden şu anlık için tek isteğim var, anksiyete ilaçlarımı getirebilir misiniz?" Kiba sözünü tamamladığında kadının gözleri ellerine ilişmişti, kırmızı izleri görünce gözlerini sıkıca kapattı ve soluklandı. Başını yavaşça salladı. Ayağa kalktı ve kapıyı büyük bir huşu içerisinde açtı ve çıktı. Kiba o çıkar çıkmaz parmaklarını zorladı ve çantaya ulaştı. Yıpranmış deriye parmaklarını sürttü ve gözlerini kapadı. Bu iş tam olarak nasıl sonuçlanacaktı? 

2006 | SasunaruHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin