Park Minhyuk
Dayanamıyordum…
İyi değildim...
Kendimi nefes nefese dans odasına attığım da ve saatlerce, kendimi bayıltacak kadar dans etmeme rağmen ölecek gibi hissediyordum. Kalbim… Duymamak için açtığım yüksek sesli müziğe rağmen çığlık atıyordu. Ona ihtiyaç duyduğum zaman onu öyle görmek… Ona kızgın değildim. Beni koruyacağını söyleyip koruyamasa da… ona kızamıyordum. Sadece… kırgındım. Elime bir güç verilse saniyesinde bu aşkı kalbimden atmak isterdim ama sadece istemekle kalırdım. Çünkü ona aşık olmaya bile aşıktım. Ona olan bu duygumu nasıl terk edebilirdim?
Nefes alamadığımı ve dengemin bozulduğunu anladığım da şarkıyı kapatıp kendimi yere attım. Bedenim cayır cayır yanıyordu ama ruhumda ki yaralara tuz basılmışken çokta hissetmiyordum. Bayılacakmış gibi hissetmemin sebebi, birkaç saat önce kanaması durmuş olan başımda ki yarayla saatlerdir dans ediyor olmamdı sanırım. Yaralarımı temizlemeye bile vaktim olmamıştı.
“Bu kadar canını yakan ne Min?”
Bin hyungun sesi ile kapattığım gözlerimi açtım. Saatlerdir burada olmalıydı çünkü okuldan çıkarken ismimi seslendiğini duymuştum. Buraya geleceğimi de tahmin etmişti. Benim durmamı ve sakinleşmemi beklemişti. Yattığım yerden kalkmadım, bakmadım da ona. Ona bakarsam kırılacağımı biliyordum. Ona kırılmak istemiyordum. Ona olumsuz hiçbir duyguyu vücudumda barındırmak istemiyordum.
“Geç kaldım, üzgünüm Min” Bin hyung yanıma gelip oturduğun da dolan gözlerime lanet ettim. Yattığım yerden doğrulup oturur pozisyona geldiğim de Elinde ki pansuman malzemelerini ve suyu gördüm. Sustum… Ne diyebilirdim ki ona? Senin hatan değil mi? Sorun değil mi? Suskunluk yine benim en büyük sığınağım oldu.
Oturduğu yerden kalkıp önüme geçti ve uzattığım dizlerimin üzerine oturdu. Bunun kalbimi hızlandırması gerekiyordu değil mi? Canımı daha da yakmaktan başka bir işe yaramadı. Farkında olmadan, canımı fazlasıyla yakıyordu ve ben yine de tek kelime söyleyemiyordum.
“Yaralarına bakmalıyım Min” Terden ıslanmış saçlarımı eliyle yukarı kaldırıp başımda ki yarayı inceledi. Yakın yüzü, hissettiğim nefesi gözlerimi kaçırmama sebep oldu. Neden sürekli canı yanan ben oluyordum? Küçüklüğümden beri… neden hep acıyordu bu kalp. O kalbe daha iyi bakmalıydım oysaki…
Bin hyung pansuman yaparken Sessizce bekledim. Her an yüzümü buruşturacağımın endişesi ile sürekli mimiklerimi izlediğini fark etmiştim. Benden hiçbir tepki alamayınca elini hızlandırmıştı. Dudağıma da krem sürdükten sonra dizlerimden kalkmadan beni izledi. Bense aynadan bizi izliyordum. Keşke… Eunwoo hyung olarak doğsaydım. Belki o zaman Bin hyung ile mutlu olabilirdim…
“Min… canının yandığını görebiliyorum. Üzgünüm Min. Ben… sana geliyordum ama-“ Sustu. Yüzünde ki o acıyı görünce içim gitti. Onun acı çekmesinden nefret ediyordum.
“Ne dersem diyeyim bu sonucu değiştirmez. Sözümü tutamadım ve seni koruyamadım. Kırgın olduğunu biliyorum. Çok üzgünüm Min ama seni böyle görmek istemiyorum” Benim konuşmadığımı gördüğün de gözlerinin dolduğunu ve başını eğdiğini gördüm. Zorla yutkunurken görüşüm bulanıklaştı. Bencil gibi mi davranıyordum? Onun canını yakıyordum değil mi?
“Lütfen affet beni Min, söz veriyorum bir daha olmayacak” titreyen sesini ve akan gözyaşını gördüğüm de kendime lanet ettim. Ona olan bu sevgime ise… sadece sustum. Başımı ona çevirip kollarımı boynuna doladım ve sarıldım. Anında kollarını belime sardığın da gözyaşlarım yanaklarımdan akmaya başladı. Huzur bulduğum kokusunu içime çekerken hıçkırmamak için dudaklarımı birbirine bastırdım ve kollarımı daha da ona sardım.
Özür dilerim hyung… Seni hayal kırıklığına uğrattığım için çok özür dilerim. Ama sen benim Abim hiçbir zaman olmadın. Bunun için çok üzgünüm…
ŞİMDİ OKUDUĞUN
NEFES//BİNWOO
FanfictionBaldıran zehrini bilir misin hyung? Zarif ve masum görünüşü olan beyaz Bir çiçektedir o zehir. Sen, O çiçeksin hyung. O çiçek kadar zarif ve masum görünüyorsun. Peki nasıl zehirler biliyor musun? Nefes yollarını felç ederek insanı nefessiz bırakır...