“Hyung! nereye?”Elini ensesine atıp ona merakla bakan arkadaşına gülümsedi. Onunla kendini bildiğinden beri beraberlerdi. 5 yaşında ailesi tarafından sokağa bırakılmıştı ve günlerce sokaklarda yaşamıştı. Birçok kere dayak yemiş ve kanlar içerisinde uyanmıştı. Neyse ki bir hafta geçmeden polisler tarafından bulunmuş ve yetimhaneye bırakılmıştı. Ondan birkaç gün sonra ise o gelmişti. Olmayan ailesi olan kardeşi Minhyuk…
Minhyuk’da zengin ailesi tarafından dışlanmış ve yetimhaneye bırakılmıştı. Birkaç gün boyunca sadece ikisinin olduğu odada tek kelime konuşulmamıştı. İkisi de yataklarından çıkmıyordu. Okula gidecek kadar da büyükte değillerdi. Bir gece Uykusundan onun sesleri ile uyanmıştı. Tereddüt etse de ondan küçük olanın yanına gitmiş ve kabus gördüğünü anlamıştı. Onu sarsmaya başladığın da dolu gözlerle gözlerini açmış ve kendisine bakmıştı.
“Çok mu kötüsün?” Ve onların ilk cümlesi bu olmuştu. Herkes iyi misin derken daha 5 yaşında ki bir çocuk onu anlamıştı. Küçük, başını iki yana salladı. Konuşmamış, belki de konuşamamıştı ama bakışlarından anlamıştı. Düşündüğünden daha kötüydü. Minik elleriyle onun yüzünü kavramış ve gözyaşlarını silmişti.
“Beraber uyumak ister misin?” Küçük olan ona şaşkınca bakmıştı. Ona samimi olduğunu göstermek için gülümsemişti o da. Küçük yumruk yaptığı elini gözüne götürüp yaşlarını silerken başını yavaşça sallamış ve yana kayarak yorganını kaldırmıştı. Onun açtığı yere girip yorganı üzerine kapatmış ve kollarını küçük olanın beline dolayıp sarılmıştı.
“seni kötü rüyalardan koruyacağım. Bu yüzden artık korkma tamam mı?” Küçük olan başını usulca sallamış ve güveni hissettiği bedene sığınarak gözlerini kapatmıştı.
O günden sonra dediği gibi onu hep korumuştu. Hem kabuslardan hem de tehlikelerden... Ona zarar veren herkesi karşısına alarak kardeşini arkasına saklamıştı. Artık ikisi de büyümüş olsa da hala onu arkasına alabilecek kadar korumacıydı.
Bu yüzden onunla fazlası ile yakındı. En ufak sorununda endişeleniyor ve elinden gelen her şeyi yapıyordu. Onu ailesi istememişti ama kendinden küçük olan bu çocuk ona sığınmış, kardeşi olmuştu. Birbirlerine tutunarak ayağa kalkmışlardı. Şuan da da olduğu gibi…
Ondan cevap bekleyen Minhyuk’a gülümsedi.
“bahçeye çıkacağım Min”
Defterini çıkartan Minhyuk onu başını sallayarak onaylamıştı. Çok konuşan birisi değildi zaten. İkisi tek kalınca konuşurdu ama insanların söylediğini duymasından hoşlanmazdı. Defterini çıkartıp her molada yaptığı gibi bir şeyler karalamaya başladı.
Ondan bakışlarını çekip koşarak sınıftan çıktı ve her gün olduğu gibi hızlı bir şekilde merdivenlerden indi. Zaten onu sadece 40 dakika görebiliyordu ve bu sanki 40 saniyeymiş gibi geçip gidiyordu. Onu daha fazla görmek istiyordu. Onu her saniyesinden yanında istiyordu.
Arka bahçeye ilerlediğin de az önce ki gürültüden eser yoktu. Okullarının büyük olması hoşuna gidiyordu. Bahçede yalnız kalınabilecek fazlasıyla yer vardı. Yaklaşmış olmanın verdiği heyecanla terlemeye başlayan ellerini okul pantolonuna sildi ve titrekçe bir nefes aldı. O görmese bile bu kadar heyecanlanmasının sebebi sadece onu görecek olmasıydı.
Kalbi hızlanırken onu gördü. Yine aynı ağacın altına oturmuş kitap okuyordu. Eli kalbinin üzerine giderken ses çıkarmamaya dikkat ederek her zaman arkasına saklandığı ağaca ilerledi. Başını ağacın arkasından çıkartıp ona baktı.
Dün okuduğu kitabı okumuyordu. Yeni bir kitaba başlamıştı ve şimdiden kitabın yarısına yaklaşmıştı. Nasıl bu kadar hızlı okuyabiliyordu?
Bakışları üzerine kaydı. Okul kıyafeti bile üzerinde özel tasarım bir parçaymış gibi duruyordu. Kravatını hafif gevşetmişti ama hala düzenli bir şekilde duruyordu. Siyah uzun saçları anlına dağınık bir şekilde dökülmüştü fakat dağınık olan saçları bile özenliydi sanki. Ensesi uzundu ve bu on da sanki bir tarihi dizi deki prens gibi göstermişti.
Yine aynı rutin gerçekleşti o gün. Hafif bir rüzgar esmiş,beyaz çiçekler sahiplenircesine siyah saçlarda yerini almıştı. Bin yine o çiçekleri kıskanmış, bir gün onları saçlarından kendisinin toplayacağının hayalini kurarken zilin sesi uzaktan duyulmuştu. Yine doyamamıştı onu izlemeye. Nasıl yetsin kısacık 40 dakika? Onun güzelliğini izlemek için bir ömür bile yetmezken nasıl doyabilirdi?
Arkasına saklandığı ağacın yanından geçip giden ayak sesleri ile başını uzattı. Kitabı tek elinde tutmuş, diğer elini okul pantolonun cebine sokarak zarif adımlarla uzaklaşıyordu. Vücudunu arkasında ki ağaca yaslarken zorla yutkundu ve başını yukarı kaldırarak çiçeklerle süslenmiş ağaca baktı.
“Kendinizden utanmıyor musunuz? Sizden daha güzel birisi var diye”
Burukça gülümsedi. Çiçekleri bilmezdi ama kendisi utanıyordu çünkü. Karşısına çıkacak cesareti olmadığı için, Bir ağacın arkasına saklandığı için. Ama gurur da duyuyordu. Böyle güzel bir insanı sevdiği için…
Ne güzel seviyorsun sen böyle Bin
ŞİMDİ OKUDUĞUN
NEFES//BİNWOO
FanfictionBaldıran zehrini bilir misin hyung? Zarif ve masum görünüşü olan beyaz Bir çiçektedir o zehir. Sen, O çiçeksin hyung. O çiçek kadar zarif ve masum görünüyorsun. Peki nasıl zehirler biliyor musun? Nefes yollarını felç ederek insanı nefessiz bırakır...