14

105 12 10
                                    

Park Jinwoo

“Kendimden nefret ediyorum hyung… Böyle birisine aşık olmamalıydın. Ama hyung… Ben seni kaybedemezdim. Senin için herkesten vazgeçerim ama senden asla vazgeçemem. Dün Eunwoo’nun oyununu öğrendim. Hani şu senin için her gelişinde yeni boya getiren, kardeşin olan Eunwoo. Onun boyalarını çok sevdiğini ve tuvalde çok güzel durduğunu söylemiştin.O çok değişti Hyung. Artık insanların saf duygularıyla oynayan, kötü birisi oldu. Üzülmeni istemiyorum ama… beni seninle tehdit etti. Bu mektubumu okuyunca çok üzüleceksin biliyorum ama ben yanında olacağım. Omzumda ağlamana izin vereceğim. Bin’in yüzüne nasıl bakacağım bilmiyorum ama yapmak zorundayım… Senin için hyung. Her şey senin için…”

Birkaç damla gözyaşım kağıda imzasını bırakırken daha fazla dayanamayıp kollarımı masaya koyup başımı kollarıma yaslayarak hıçkırarak ağladım. Myungjun hyung… benim hep iyi birisi olmamı istemişti. Sevdiklerimi korumamı ve onlara iyi davranmamı. Ama ben… Ona verdiğim sözü tutamıyordum. 

“Jinwoo-ah! Hadi bebeğim” Annemin sesi ile başımı kaldırdım ve gözyaşlarımı sildim. Yeşil renkli kağıdı katlayıp rengarenk olan diğer mektupların arasına koydum ve kutunun kapağını kapatıp dolabımın altına sakladım. Banyoya girip yüzüme su çarpıp kızarmış gözlerimin geçmesini bekledikten sonra odamdan çıkıp beni bekleyen annemin yanına indim. Bugün onunla birlikte hastaneye gidecektim. Beni gördüğün de gülümsemiş ve saçlarımı karıştırıp yanağımı öpmüştü.

Arabaya bindiğimiz de başımı cama yaslayıp yolu izlemeye başladım. Annem bir hastanenin sahibi ve baş hekimiydi. Oldukça yoğun olsa da bana her zaman vakit ayırmıştı. Bana hiçbir zaman baskı uygulamamıştı. Bu yüzden Eunwoo’yu kendi oğlu gibi benimsemişti fakat… Eunwoo, bunu hak etmiyordu. Ona yardım edebilirdim, başka bir şekilde sorununu çözebilirdi ama O en kötü yolu seçmişti. 1 ay sonra reşit olacaktı ve ailesi onun eşcinsel olduğunu söyleyince onu bırakacak, O da Bin’i terk ederek başka ülkeye gidecekti. Tahmin etmesi zor değildi ama Bin’in onu gerçekten sevdiğini biliyordum Bunu Bin’e yapamazdı…

“Neyin var tatlım?” Başımı bana göz ucuyla bakan anneme çevirdim. Arada bir bana baksa da gözünü yoldan ayırmıyordu. 

“Önemli bir şey yok anne” Annemin ikna olmadığını biliyordum ama üstelemedi ve başını salladı.

“Ne zaman anlatmak istersen buradayım biliyorsun değil mi bebeğim?”

“Seni seviyorum anne”

“Ben de bebeğim” Dünden sonra ilk defa gülümsedim ve anneme markete uğramam gerektiğini söyledim. O da yakın bir markette durmuştu. İstediğimi alınca arabaya binmiş ve yola devam etmiştik. annem arabayı hastanenin otoparkına park ettiğin de İkimiz de arabadan inip hastaneye girdik. Danışmanda ki noona bana gülümseyip elini salladığın da saygıyla eğilip annemin soyunma odasına girmesinden sonra asansöre binerek ezbere bildiğim kata bastım

Asansör bir katta durup birkaç kişi daha bindiğin de çıkmaya devam etti. Geldiğim katta inip boş olan koridorda ilerledim. Bu koridor hep sakin olurdu çünkü yıllardır burada olan kişiler vardı. Artık alışmışlar ve odalarından dışarıya çıkmıyorlardı. Beyaz kapıları geçip,parlayan Güneşin olduğu gökyüzüyle boyanmış kapının önünde durdum. O kadar canlıydı ki renkler sanki içeri de bir hasta yatmıyordu da özgür bir ruh yaşıyordu.

Kapıyı tıklatıp yavaşça kapıyı açtığım da merakla bakan onu gördüm. Kim olduğumu gördüğün de her zamanki gülümsemesini yüzüne yerleştirmiş ve adeta odanın içinde parlamıştı. Kapıyı kapatıp gülümsedim ve ona doğru ilerledim.

“Jinwoo-ah! Seni çok özledim!” Kollarını bana doğru uzattığın da her şeyi unuttum ve hızlı adımlarla ilerleyip onu kollarımın arasına aldım. Evet, bencildim. Onun kokusuyla Bin’İn çekeceği acıyı unutmuştum ama ne yapabilirdim? Ona aşıktım.

“Bende seni çok özledim hyung. Bugün nasılsın?” Ne kadar ayrılmak istemesem de sevgilimden ayrılmış ve gülümseyen yüzünü ellerimin arasına almıştım.

“Çok iyiyim. Önceki hafta Eunwoo’nun getirdiği boyalar vardı ya, onlarla yeni bir resim yaptım ve Jooheon hyung çok beğendiğini söyleyip almak istedi. Ben de verdim. “ Eunwoo’nun ismini duyunca yüzümde ki gülümseme titremiş ve samimi olan gülümsemem yerini sahteliğe bırakmıştı. Fakat Myungjun hyungun gülümsememin sahte olduğunu hemen anlayacağını bildiğim için derin bir nefes aldım.

“Çok sevindim hyung. Hem bak sana ne aldım!” Cebimden çıkardığım çeşitli lolipopları görünce gözlerini büyük bir mutlulukla parlamıştı.3 Ayda bir şeker yiyebiliyordu ve ne zaman ona tatlı bir şey getirsem dünyanın en mutlu kişisi oluyordu. 5 yaşında ki bir çocuk gibi…

“Jinwoo! Seni çok seviyorum!” Diyerek üzerime atladığın da ikimiz de yatakta geriye düştük. Göğsümün üstünde yatarak bana bakarken kalbimin yerinden çıkacakmış gibi atmasına engel olamadım. Gülümsemesi daha da büyürken bakışlarını dudaklarıma çevirdi ve her zaman benim yaptığımı bu sefer o yaptı. Dudaklarını dudaklarıma bastırdı.Ellerimi beline sarıp öpüşüne karşılık verdiğim de ikimiz de gülümsedik.

“Nasılsı- Ah üzgünüm çocuklar!” İçeriye giren annem gülerek gözlerini kapattığın da İkimizde birbirimizden ayrıldık. Myungjun hyung hafif kızararak üzerimden kalkarken gülümseyerek doğruldum ve annemin gözlerini açmasını bekledik. 3 yıldır Myungjun hyung ile sevgiliydik ve annem bizi destekleyen ilk kişiydi. Hatta myungjun hyungun hasta olduğunu öğrendiğimiz de annem onu kendi hastanesine aldırmış ona özenle bakmıştı. Bir doktor gibi değil… Bir anne gibi.

“Kontrol zamanı Jun-ah” Annem gülümseyerek kızarmış olan Myungjun’a yaklaştığında yataktan kalkıp annemin rahatça işini yapmasını beklemiştim. Annem özenle kontrollerini yapmış, Bağlı olduğu makineyi de kontrol ettikten sonra kalemini kapatıp önlüğünün önüne astı. Notlarını aldığı kağıdı tek eline alıp gülümsedi ve Myungjun’un anlına şefkat dolu bir öpücük kondurup bana dönmüştü.

“Jin-ah Jun’un yemeğini getirmeme yardım eder misin?” Başımı salladığım da annem odadan çıkmıştı. Bana bakan sevgilimin yanına gidip oturdum ve yanağını okşadım.

“Hemen geleceğim, sen de lolipopunu ye”

“Hemen gel ama, bir haftadır görmüyorum seni.” Gülümseyip dolgun dudaklarına kısa bir buse kondurup başımı salladım ve odadan çıktım. Kapıyı kapattığım da Annem beni kolumdan tutup odasına götürdü. Kaşlarımı çattığım da içim huzursuz oldu. Annemin yemek için çağırmasından anlamıştım çünkü yemekleri görevliler getiriyordu. Odasına girdiğimiz de annem üzgün bir şekilde bana yaklaştı ve ellerimi ellerinin arasına aldı.

“Jin-ah… Jun, daha da kötüleşmiş. Kalbi daha fazla dayanamaz” Gözlerim dolarken titrediğimi hissettim.

“A-anne, bu da n-ne d-demek?” Akan yaşlarımı silip beni kendine çekti ve saçlarımı okşamaya başladı.

“Çok üzgünüm, bebeğim. Ama o her gün acı çekiyor, belli etmese de. Kalbi daha fazla dayanamayacak. İlaçları artırmam gerekecek fakat arttırırsam bünyesi kaldırmaz. Çok üzgünüm” Kollarımı anneme sımsıkı dolayıp ağlamaya başladım. Ne yani… Benim ışığım… ölecek miydi? O küçük kalbine bütün dünyayı sığdırmıştı ama bu kocaman dünya ya kendisi sığamamış mıydı? Hayır…  Onsuz yapamazdım ki ben. O karanlığı da sevmezdi hem. Resim çizmeden de duramazdı. Öldüğün de resim çizebilir miydi? 

“Anne… lütfen onu iyileştir… Lüt-fen…” Annemin da gözyaşlarını boynuma damlarken sadece saçlarımı okşamakla yetinmişti. Onu iyileştiremeyecekti… Benim ışığım… sönecekti.    

NEFES//BİNWOOHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin