Anneni mi yoksa babanı mı daha çok seviyorsun? diye sorarlardı küçükken. Hep ikisi de cevabını verirdim. Asla seçemezdim birini. İlk dizimi yardığımda babam yanımdaydı. İlk aşkımı anneme anlatmıştım. Şimdiyse çok uzaktalardı.
Bitişik, geniş mezarda gezdirdim gözlerimi. Hangi ara bu kadar uzaklaşmıştık ki? Hangi ara kaybetmiştim kendimi?
2 yıl olmuştu. Koskoca 2 yıl. Bizsiz ilk kaçamaklarıydı. Belki hasteneye kaldırılmamış olsam..
"Senin suçun değildi." Mino bana destek olurcasına elini omzuma koymuştu. Sadece ikimiz vardık burada. Oysa bir sürü arkadaşı vardı onların. Kimse, kimse gelmeye tenezzül hile etmemişti.
"Benim suçumdu."
"Neden bu kadar erken..?" Boğazım düğümleniyordu. "Belki, belki ben" zorla yutkunmuştum. "Lanet olası nöbeti geçirmemiş olsam.. Olmazdı böyle." Mino beni kendine döndürmüştü.
"Bilemezdik Jennie. Suçlama kendini. Bak burada.." beni mezarların ayak ucuna doğru çekmişti. "Buradayken görebilirler bizi. Seni böyle perişan halde görmek istemezler kendine gel, lütfen." O da zorlanıyordu. O da özlüyordu. Biliyorum.
Ona sarılmıştım. Aklıma dolan anılara engel olamıyordum.
2 sene önce
Eve gelebilmiştim sonunda. Fazla sessizdi. Bir şekilde ailemi tatile yollamıştık. Eh, uzun zamandır yalnız kalamıyorlardı.
"Neler yapıyorsunuz bakalım?" Oyundan çok kavga eden iki abimin arasına oturmuş, elimdeki cipsten onlara da uzatıyordum.
"Minik abini yeniyorum güzelim." en büyük abim konuşunca kıkırdamıştım. "Ben seni tutuyorum abi." Yanağından öpmüştüm.
"Yah! Ben de istiyorum." diğer abimin kıskanmasına gülerek onun da yanağından öpmüştüm. "Sana da bir tane."
Gülüyorduk, eğleniyorduk. Oyunu büyük abim kazanmıştı çoktan. Küçük olan da önce biraz kızmış, sonra bize eşlik ederek gülmüştü.
Mutfaktan su almaya kadar gitmiştim. Belki biraz da abur cubur. Sürahiden suyu bardağa doldurup dudaklarıma götürürken içimde engelleyemediğim bir his oluşuyordu. Biraz sonra ellerim titremeye, nefes alamamaya başlayacağımın habercisiydi bunlar.
Elimdeki güç kaybıyla bardak yerde onlarca parçaya ayrılmıştı. "Jen, iyi misin?" Kimin sorduğunu anlayamıyordum. Sesleri algılayamıyordum adeta. Gözlerimin önü kararmaya başlamışken biri beni kucağına almıştı.
Bitti diye şükrettiğim illet, beni tekrardan bulmuştu.
Gözlerimi hastanede açtığımda Mino, bana kıpkırmızı gözlerle bakıyordu. "A-abim, nerede?"
Başını sadece olumsuzca iki yana sallamıştı.
Oysa bana demeliydi abin gitti diye.
Demeliydi ailemiz kalmadı artık diye.
Demeliydi senin yüzünden kimsemiz kalmadı diye."Jennie." Sarsılmamla arınmıştım düşüncelerden.
"Hadi gidiyoruz artık." Yağmur yağıyordu. Son bir defa mezara bakıp arabaya yönelmiştik.İkimizin de kıyafetleri ıslaktı, ama bunu umursayacak durumda değildik.
"Abi." aklımda birkaç soru vardı. "Efendim, güzelim?" zordu sorular. Ama sorulmalıydı.
Titrek bir nefes aldım. "Sence.. gelmiş midir?"Gözlerini yoldan çekip kısa bir süre bana bakmıştı.
"Gelmiştir tabi ki panda." Hafifçe tebessüm etmişti şimdi. "Beni görmek istemediğinden erkence gelip gitmiştir." En büyük abimin neden gittiğini bilmiyordum. Soramamıştım da. 2 senedir iletişim kurmamıştık hiç. Belki beni suçladığından gelmiyor, diye düşünmüştüm hep.Elimden bir şey gelmiyordu.
"Aç mısın?" sabahtan beri bir şey yememiştim.
"Evet, açım." onu üzmemeliydim daha fazla.Küçük, samimi bir mekana gelmiştik bile. Arabadan inip cam kenarında, çok da kalabalık olmayan bir köşeye geçmiştik. Küçük, tahtadan oluşan bir yerdi. Genç bir garson siparişlerimizi almak üzere yanımıza gelmişti. Telefonumdan gelen müzik sesini duyunca çantamı karıştımaya baslamıştım. Abim siparişleri veriyordu, müzik sesi gelmeye devam ediyordu ve ben, hâlâ telefonu bulamamıştım.
"Jennie, ses cebinden geliyor." Tabi ya. Telefonu alıp açana kadar arama susmuştu. Dudaklarımı büzüp telefona bakmaya devam ediyordum. Numarayı bilmiyordum ve bir sekilde geri arayacağını umuyordum sadece.
"Kimmiş?" Merakla sormuştu Mino.
"Ben de bilmiyorum ki aslında.." telefon tekrar çalmaya başladığında kısa sürede açmıştım."Alo?" sakince konuşuyordum.
"Hey Jen! Merhaba! Seni çok özledim. Jisoo ile de konuştum yarın birlikteyiz. Kız kıza bir şeyler yaparız hm? İtiraz istemiyorum." Rosé lafları ağzıma tıkmıştı adeta. Mino kim diye soruyordu karşımda. Rosé diye fısılamıştım ona."Jen, orada mısın?"
"Ah, pardon dalmışım. Pek keyfim yok aslı-" lafı ağıma tıkmıştı, yine.
"Tatlım itiraz istemiyorum. Sadece dördümüz olacağız yarın akşam, güzel giyin konumu atarım sana." kapatmıştı. Şok olmuş bir şekilde Mino'ya bakıyordum.
"Ne dedi?" Mino tipime gülerek bakıyordu.
"Yarın akşam dışarı çıkacakmışız, itiraz istemiyormuş, güzel giyinecekmişim." dediklerini bir bir sıralamıştım."Tabi ki gidiyorsun güzelim." göz kırpmıştı. Sızlanacağımın farkındaydı ki beni hemen susturmuştu.
Yemekler geldiğinde susmuş, karnımızı doyurmaya başlamıştık bile.Beni eve bırakmıştı. Kendisinin işi olduğunu söyleyip vedalaşmıştık. Ev, küçük olmasına rağmen daha büyük ve kasvetli geliyordu bana.
Yatağımda cenin pozisyonunda yatıyordum şimdi. Ne yemek yemeye işahım, ne de bir şeyler yapmaya halim vardı. Uyuyup bir daha uyanmamak istiyordum sadece.
Kafamı dağıtmak amacıyla duş almaya karar vermiş, zor da olsa yattığım yerden kalkabilmiştim. Evdeki minik küveti suyla doldurup küvete biraz köpük eklemiştim. Ilık suya girince bedenim adeta bir hamura dönmüştü.
Kenarda çalan müzikle daha da rahatlıyordum. Bir yandan eşlik ediyordum, diğer yandan onları düşünüyordum.
"Just stop your crying
It's a sign of the times.""Ağlama, bebeğim."
"Welcome to the final show
Hope you're wearing your best clothes""Geçecek, merak etme."
"You can't bribe the door on your way to the sky
You look pretty good down here
But you ain't really good."Derin bir nefes çekmişrim ciğerlerime. Gözlerimi kapatım dışarıda olan kafamı da küvete sokmuştum. Ne kadar orada kaldığımı bilmiyordum. Ciğerlerim acımaya başladığında biraz daha durmuş, canımın daha çok yanmasına izin vermiştim. Ciğerlerimde kalan havayı da vermiş, en sonunda dışarı çıkmıştım.
Gözlerimden yaşlar akıyordu. Şarkıya inat hızlanmıştı yaşlar.
'Just stop your crying
Have the time of your life'Kurulanmış, üzerimi giyinmiş yatıyordum yine yatakta.
Tek başıma.
"Yalnız değilsin, pandam."
Yalnızdım. Çevremde beni çok seven insanlar vardı, bunu biliyordum. Ama içimdeki his gitmiyordu asla.
Jisoo gelmişti. Ne zaman eve geldiğini fark etmemiştim bile.
"Meleğim." Yanıma uzanmıştı.
"Saçların ıslak, hasta olacaksın şapşal." gülmüştük."Benimle uyur musun, Jini?" Kollarını bana sarmıştı hemencecik.
'Onu sen gönderdin, biliyorum.' anneme sesleniyordum içimden. 'Teşekkür ederim, anne.'
Bunun hakkında konuşmayacaktık hiçbir zaman. Bunun rahatlığı vardı üzerimizde.
Sabaha kadar ikimiz de sessizce gözyaşı dokmüştük.
Sabaha kadar hiç konuşmamış, sadece birbirime sarılmıştık.-------
Zor bir bölüm oldu gibi.
Geçiş tarzıydı.Okuduğunuz için teşekkür ederim.
peace out.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Une Dernière Danse | JenKai
FanfictionSon bir dans, Jennie. Söz veriyorum. 170420-040920