Vingt est Trois

294 22 132
                                    

Bir an gelirdi, dünyanın en mutlusu siz olurdunuz. Bir kişi gelirdi ki hayatınıza sizi mutluluktan öldürürdü. O kişinin tek kelimesine bakardı mutluluğunuz. Acizlik de burada başlıyordu işte.

En yakınımdan öğrenmiştim aşkı. Onu acıttığına defalarca şahit olmuştum. Her seferinde onu sevdiğini, ona bağlandığını söylüyordu. Ama o adam, istediğini aldığında arkadaşımın hakini anlatacak tek bir kelime vardı. Acizlik.

Terk edilmeyi abimden öğrenmiştim. Benimle kalan bir abim daha olsa da en büyüğümüzün, hatta benim için baba rolünde olan adamın, gidişi beni mahvetmişti. Özlemiştim onu, delicesine özlemiştim. O geldiğindeyse affetmiştim hemen.

Eh, acizdim.

Güvenmemeyi öğrenmiştim bir şekilde. Deneyimlemiştim en acısından. Yine de kendime ihanet edip ona güvenmiştim. Beni önce bulutların üzerine çıkarmış, ardından bileklerimden tutup uçsuz bucaksız okyanusa gömmüştü. Tek kelimesi yetmişti bunun için. Acizdim.

"Hiçbir şeyim değil." Ne kadar da sakin ve özgüvenli söylemişti bunu. Ben paramparça okurken o sadece sırıtıyordu. Ona olan güvenim bir bir damlarken yere, onu seven tarafım kalbime bıçağını saplıyordu bir bir. Bakakalmıştım ona. Ne yapabilirdim ki?

"O zaman güzelim, seni yarıştan sonra kucağımda görmeyi isterim." Yugyeom pis pis sırıtıyordu. Ben Jongin'e bakıyordum. Tek bir lafını bekliyordum ona tekrar güvenmek için. Tek bir lafına kanacaktım tekrar.

"O benimle." Tok ses müziği delip geçerken gözlerimin dolmaması için elimden geldiği kadar sıkıyordum kendimi. Öyle ki çoktan kaslarım ağrımaya başlamıştı.

Tanımadığım biriydi bunu diyen kişi de. Gece olmasına rağmen taktığı turuncu camlı gözlüğüne uyan turuncu bir ceket vardı üzerinde. Saçları dağınık olmasına karşın ona yakışmıştı.

"Hanbin, buraya gelir miydin sen?" Yugyeom, sert bir sesle konuştuğunda ondan haz etmediği anlaşılıyordu. Hanbin dediği çocuk hiç oralı olmazken minik bir tebessümle bakıyordu bana. Gözlerindeki samimiyeti görebiliyordum.

Jongin sadece duruyordu. Yugyeom ile dip dibe duruyordu. Hiçbir şey yapmayı tercih etmiyordu.

"Yarış başlıyor, gidelim." Hanbin bana elini uzattığında tutmuştum. Burada gidebileceğim pek bir yer yoktu, kaçamazdım da. Eh, Yugyeom sevmiyorsa Hanbin iyi biri demekti.

Eh, düşmanımın düşmanı, dostumdu.

Jongin, çenesini kasarken tuttuğum ele bakıyordu. Amacım kötü değildi, onu kıskandırmaya çalışmıyordum. Tek isteğim uzaklaşmaktı ve tek çıkış yolum da Hanbin'di. Onları geride bırakıp siyah arabasına ilerlemiştik. Fısıltılar artarken insanlar arasında bu cidden umrumda değildi. Ağlamamak için büyük bir iç savaş veriyordum kendimle şu an.

"Ben Hanbin." Arabaya geçmiş öylece dururken ilk konuşan o olmuştu. Gergindim, midem bulanıyordu.

"Jennie." Gülümsemişti bana karşın.

"Biliyorum." Önceden tanışmadığıma emin olduğum biriydi. Nereden tanıyacaktı ki beni?

"Abin, Jiyong. Her zaman senden bahsediyor." Abimin adıni duymamla minik bir gülümseme kondurmuştum suratıma. Her yerden çıkıyordu tabii. Onun hakkında hiçbir şey bilmediğim tekrar gün yüzüne çıkarken umuramamıştım bunu. Alışacaktım.

"Onlardan uzak durman gerek Jennie. Pek tekin değiller." Onlar derken Yugyeom ve Jackson'dan bahsettiğinin farkındaydım. Hoş, zaten uzak duruyordum elimden geldiği kadar. Lakin sevgilim dediğim adamın bir haltlar yemesi sonucu buradaydı ve eh, ne olduğunu merak ediyordum.

Une Dernière Danse | JenKaiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin