"Hazır mısın?"
Telefondan gelen derin sese karşılık gülümsemiştim sadece. Sanırım bugün bir randevum vardı ve o adam çoktan gelmişti.
"İniyorum hemen." onaylamaları eşliğinde telefonu kapatmış, siyah, rugan ayakkabılarımı giymeye uğraşıyordum. Ta ki dengemi kaybedip yuvarlanana kadar.
Elim ayağıma mı dolanıyordu yoksa beceriksizliğimden miydi tüm bunlar?
İkincisinin olduğunda karar kılıp ayağa kalkmaya çalışıyordum. Ah, kalçam cidden çok acıyordu. Hareketlerimi biraz hızlandırsam da dikkatlice giymiştim bu sefer ayakkabılarımı. Anahtarımı da alıp çıktığımda, siyah arabasına kalçasını yaslamış bir Sehun karşılamıştı beni.
Siyah saçları, beyaz tenine çok güzel uymuştu. Gri gömleği ve deri ceketi...
Bu adam bana ne yapıyordu?
"Çok güzel olmuşsun." yutkunamazken kalbimin atış seslerini duymaması için yalvarıyordum adeta.
"Teşekkür ederim." Yüzüme toplanan kanı esgeçmeye çalışsam da becerememiştim.Kapımı açmış, geçmem için yer bırakmıştı. Bir teşekkür mırıldanıp oturmuştum deri koltuğa. O sürücü koltuğuna oturana kadar kaç derin nefes alabilmiştim, emin değildim.
Yüzüme kokusu çarpıyordu. Kokusu çok güzel bir hissiyat veriyordu. Şey gibi.. Güven?
"Çok güzel bir yere gideceğiz." heyecanlı çocuklar gibiydi. Güzelliğinden gözlerimi alamıyordum.
Kahverengi gözleri geceyle birlikte siyaha çalıyordu. Ara ara kaşları çatılıyor, ara ara rahatlıyordu. Minik bir burnu vardı. Dudaklarını ara ara ısırdığından kırmızılaşmıştı.
Tanrım. Çok güzeldi."Yiyecek gibi bakmandan korkmalı mıyım?" sırıtmıştı bunu söylerken. Yakalanmıştım. Yanaklarıma kan dolsa da umursamamıştım. Randevuya gidiyorduk, öyle değil mi?
Sonunda geldiğimizde Sehun arabayı valeye teslim etmiş, ardından belimden tutarak beni restorana yönlendirmişti.
Odağım belimdeki elindeydi. Daha sıkı tutsun istiyordum. Elimden de tutabilirdi. Ya da boy- Ne diyorum ben?
İçeri girmiştik. Pahalı durmayan mekandı, haliyle kimse kasıntı durmuyordu. Bu fazlasıyla hoşuma gitmişti. Gözlerimi Sehun hariç her yerde gezdiriyordum neredeyse. Işıklandırma sayesinde ortam fazlasıyla loştu. Masalar, bar tabureleri, sandalyeler grinin tonlarından oluşuyordu. İki duvarı tamamen camdan oluşuyordu. Ki etrafın ağaçlarla dolu olduğunu hesaba katarsak cidden çok güzel bir ortamdı.
"Buradan." Görevlinin yönelendirmeleri eşliğinde cam kenarı bir masaya geçmiştik. Kısa sürede siparişleri vermiş, başbaşa kalmıştık.
"Demek Jennie ile çocukluk arkadaşısınız." onu başımla onaylamıştım sadece. Fazlaca gergindim ve kekelemek istemiyordum.
"Onun bir de abisi varmış?" illa cevap vermemi istiyordu yani. Ah, Tanrım."Jiyong. Ama görmedim onu." hafifçe mırıldanmıştım.
Karşımdaki adam yeryüzünde gördüğüm en mükemmel insandı. Tanrı aşkına, üzerine atlamamak için kendimi zor tutuyordum.Galiba içime Baekhyun kaçmıştı.
Yemekler geldiğinde bir nebze olsun rahatlamıştım. Konuşulacak konu bulamıyor, sadece birbirimize öylece bakıyorduk. Ve ah, bu fazla garipti.
Önümdeki etten bir parça almış, sabırsızca ağzıma götürmüştüm. Güzel tat karşısında gözlerimi kapatmış, tatmin olurcasına başımı sallıyordum. Cidden, yediğim en iyi et olabilirdi.Gözümü açtığımda her şeyi bekleyebilirdim.
Bana bakan bir çift göz hariç."Be-ben şey. Lav-lavaboya aynen gitsem iyi olacak." Koşarcasına masadan uzaklaşan Sehun'a takılmıştım şimdi. Yanlış bir şey mi yapmıştım?
Yüzümde bir şey mi vardı?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Une Dernière Danse | JenKai
FanfictionSon bir dans, Jennie. Söz veriyorum. 170420-040920