Vingt est Quatre

273 23 88
                                    

İhanet.

Söylemesi kolay. Binlerce parçaya ayrılmış bir kalp ve boşluk.

1 hafta.

Onunla bitirmemizin üzerinden tam bir hafta geçti. Hoş, bitirmemiz yerine bana siktir çekmesi demek daha doğru olurdu sanırım.

1 haftadır kimseyi görmüyordum doğru düzgün. Jisoo ile abim Jisoo'nun ailesiyle tanışmaya gittiğinden haberleri yoktu bu olaydan. Jiyong da ilk başta öğrendiğinde Jongin ile konuşmaya gideceğini söylemişti. Onu zor da olsa tuttuğumda ona kendimi iğrenç hissettiğimden bahsetmiştim. En sonunda Hanbin'i öptüğüm kısmı da duyunca duraksamıştı. Hatalıydım. İhanet o kadar ağır gelmişti ki o an, en doğrusu ona vazgeçilmez olduğunu göstermek gibi gelmişti.

Hoş, pek bir işe yaramamıştı sanki.

Hiçbir şekilde görüşmemiştik bir haftadır. Canım yanıyordu, içimdeki boşluk dolmuyordu. Bobby bir şekilde ortadan kaybolduğundan -nereye gittiğini söylemişti ama inanın hatırlamıyorum şimdi- Jiyong benimle kalıyordu.

1 haftalık raporum olduğundan sadece evde pinekliyorduk Jiyong ile. Genelde film izliyorduk. Saçma sapan sahnelerde ya ağlıyor ya da dalıp gidiyordum.

Eksik hissediyordum. Onu görmek istediğimden miydi ya da yediğim yalanlarından mıydı bilmiyorum ama içimde çok garip duygular vardı. Konuşmamız gerekiyordu, bunu cidden yapmalıydık. En azından onu dinlemek istiyordum. Ona inanır mıydım, bilmiyorum.

Hiçbir şeyi bilmiyordum.

"Daldın gittin yine." Jiyong'un saçlarımı okşayan elleri durmuştu çoktan.

"İyiyim, sorun yok abi." ona biraz daha sarınmıştım. Bir haftadır asla yanımdan ayrılmamıştı ve ona her hücremle tekrar tekrar minnettar oluyordum.

"Uyumak ister misin?" Başımı olumluca sallamıştım. Uyursam geçerdi sanki.

Minik adımlarla üst kata ilerlemiş, yorganıma sarınmıştım sıkıca. Jiyong başıma bir öpücük kondurmuştu.

"Senin de işim vardır, git hadi abim." Kararsızca bana bakıyordu. Bir süre daha ısrar ettiğimde dayanamamışt sonunda. Başımdan öpüp gitmişti evden.

Bir süre yatakta dönmüştüm ben de. Daha yeni gün batıyordu uyuyamamam normaldi. Kalkıp penceremin önüne gitmiş, camı açarak birkaç derin nefes çekmiştim ciğerlerime.

Ne de güzeldi doğa, güneş ve ay. El ele geçen sevgililer, güzeldi. Güler yüzlü insanlar, güzeldi.

Her şey çok güzelken neden bu kadar kötüydüm ben?

Boğazımda bir yumru oluşurken gözlerim dolmuştu çoktan. Yere çöküp ağlamaya başladığımda hava üzgünlüğümü anlarcasına buz gibi olmuştu adeta.

"Neden?" diye fısıldıyordum. "Böyle olmak zorunda mıydı?"

Etrafı zil sesim doldurana kadar hıçkırmıştım. Gözlerimi zar zor silerken açmıştım telefonu. Kim olabilirdi ki?

"Alo?" Sesim titrese de önemsememiştim.

"Jennie." Uzun bir sessizlikten sonra sadece fısıltısını duymamla bile titremişti vücudum. Sesini bile özlediğimi fark etmiştim o an.

"Jongin." titrek bir nefes çekmişti ciğerlerine. Sahi, benim gibi onun da canı acıyor muydu?

"Seni özledim." O kadar sessiz söylemişti ki bunu, nefesimi tutuyor olmasam duyamazdım bile onu.

Yutkunmuştum sadece. Tek yapabildiğim şey bu olmuştu.

"Konuşmamız gerek." aklımdaki her şeyi sormak istiyordum. Onun ne düşündüğü umrumda değildi pek. Eh, biraz da onu görmek istiyor olabilirdim, sanırım.

Une Dernière Danse | JenKaiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin