Rebecca'nın gözünden:
Aaron' ın söyledikleri karşısında şok olmuştum. Bunca zamandır onun benden hoşlandığını sanmıştım. Bütün gördüğümü sandığım hayal kırıklığı ifadeleri, bana bakışları... Her şeyi yanlış mı anlamıştım? Gözlerimin dolmasına engel olmaya çalışarak Aaron'a baktım. Aaron bana bakamıyordu, başını eğmişti. Onu yargıladığımı mı düşünmüştü? Aaron'a son bir bakış atıp ona sıkıca sarıldım. Aaron ona sarılmamla afalladı, belli ki böyle bir tepki beklemiyordu. Bir kaç saniye sabit kaldıktan sonra o da bana geri sarıldı. Aaron: "Aramızda herhangi bir şey değişti mi? Bu sırrı uzun zamandır kendime saklıyorum ve eğer bu arenada öleceksem en azından bir kişiye, belki de bu dünyada en çok güvendiğim kişiye söylemek istedim." dedi. Kendimi toparlayıp gülümsemeye çalıştım ve "Tabiki aramızda hiçbir şey değişmedi, hala bu arenadan benim yerime çıkmasını istediğim tek kişisin ve bu..." cümlemi tamamlamaya çalıştım fakat gözlerimin dolmasına engel olamayarak ağlamaya başladım. Açlık Oyunları'na seçildiğimde de ağlamıştım, çünkü korkuyordum. Şimdi yine korktuğum için ağlıyordum, ölümden korkuyordum. Ama bu sefer farklıydı, korktuğum şey kendi ölümüm değildi. Onun ölümüydü.
Bu sefer bana sarılan Aaron oldu ve ağlamamı durdurmaya çalışarak bir süre öylece kaldım. Aaron'a onu sevdiğimi söylemeyecektim. O, bu arenadan sağ çıkacaktı; çıkmak zorundaydı ve tüm hayatını bunun yüküyle yaşamasına izin veremezdim.Drew'ın gözünden:
Bryce'ın açıkça Irene ve beni tehdit edişinden sonra bu gece çok zor geçiyordu. Bıçağımı ceketimin içine gizlemiştim ve gözümü bile kırpmadan tetikte bekliyordum. Bryce ve ben nöbet tutacaktık. Arenaya geldiğimden beri doğru düzgün uyuyamamıştım çünkü diğer haraçların yanı sıra Bryce da bizim için büyük bir tehdit oluşturuyordu. Fakat Bryce'ın o son tehdidi bütün bunları daha da gerçekçi kılmıştı sanki.
Oturduğum yerden Irene'ye bakmaya devam ettim. Sabah verdiğim karardan hiç bu kadar emin olmamıştım.Birkaç saat daha geçti, hava artık iyice aydınlanmaya başlamıştı. Irene de uyanınca biraz kuru et ve elma yedik. Bryce: "Ne kadar yiyeceğimiz kaldı?" diye sordu. Irene: "Sadece 1 somun ekmek ve 2 elma." diye cevapladı. Irene'nin bacağının nasıl olduğunu sordum. Tam cevap vermek için ağzını açmıştı ki Bryce: "Herkes sussun." dedi ve ne olduğunu anlamasak da sustuk. Dışarıdan çok hafif bir uğultu gelmeye başlamıştı. Giderek yaklaşıyor gibiydi. Ne olduğunu anlamak için hızlıca eşyalarımızı toplayıp binadan çıktık. "Ben ses nerden geliyor bakıp geleceğim, burda kalın!" dedim ve onlar binanın önünde beni beklerken sesin geldiği yöne koşmaya başladım. Yaklaşık 3 dakika koştuktan sonra neler olduğunu kavradım. Yer çöküyordu! Olduğum yere yaklaşıyordu ve yer sallanıyordu. Hızlıca geldiğim yöne geri koşmaya başladım. Hayatımda hiç bu kadar hızlı koştuğumu hatırlamıyorum. Irene ve Bryce'ı tekrar görünce hiç vakit kaybetmeden bağırdım: "Yer çöküyor! Koşun!" Bryce hemen ayaklanıp koşmaya başladı. Irene'nin bacağı hala kötü durumdaydı ve koşup koşamayacağından emin değildim. Kalkmasına yardım ettim. Elinden geldiğince koşmaya çalıştığını biliyordum, ama bu kadar yavaş koşmaya devam ederse ikimiz de buradan sağ çıkamazdık. Bryce'a: "Bryce! Irene'yi taşımamız lazım!" diye seslendim. Yer gerçekten çok hızlı çöküyordu ve görüş mesafemize girmişti bile. Panik yaptım ve tekrar "Bryce!" diye çığlık attım. Bryce çok uzağa koşmuştu ve açıkçası biz onun umrunda bile değildik ama denemeye değerdi. Sonunda sesimi duydu ve bize doğru koştu. Irene'nin canının çok yandığını hissedebiliyordum. Bacağı gerçekten çok kötü durumdaydı. Bryce yanımıza geldi ve ne olduğunu sordu. "Irene'yi taşımamız lazım! Hemen şimdi gitmezsek yaklaşık 30 saniye içinde hepimiz yerin dibine gireceğiz! Gerçek anlamda!" diye bağırdım. Ses o kadar yakındı ki kendi sesimi bile düzgün duyamıyordum. Bryce'ın bizim yanımıza geri gelmesi bile bir mucizeydi çünkü Bryce hayatımda gördüğüm en bencil insan falandı. Yüzünde çok ciddi bir kararsızlık vardı ama benimle tartışıp vakit kaybetmektense Irene'yi kucağına almayı tercih etti. Koşabildiğimiz kadar hızlı koşuyorduk, arada yavaşlayıp Bryce'ı bekliyordum çünkü Irene'yi taşırken hızlı koşması pek kolay değildi. Yine de yeteri kadar hızlı koşamıyorduk. Yerin çatladığı yerle aramızda sadece 10 metre gibi bir mesafe kalmıştı ve bu hızla koşmaya devam edersek hepimiz ölecektik. Irene, Bryce'ın kucağında taşınmaktan hoşlanmamıştı. Bryce da: "Irene'yi taşımaya devam edersem yetişemeyeceğiz!" dedi. Haklıydı ama en iyi arkadaşımı ölüme bırakmazdım. Bryce böyle bir şeyi yapacak kadar duygusuz ve cani olabilirdi ama ben yapamazdım. Irene: "Bryce haklı. Beni unutun. Başka şansınız yok." dedi umutsuz bir ifadeyle. Ardından Bryce'ın kucağından yere atladı. "Ne yapıyorsun?! Seni burda bırakmam!" diye bağırdım. Çıldırmak üzereydim. Irene'yi burda ölüme terkedip kendi yoluma bakamazdım. Irene yavaşça yerin çatlamakta olduğu yere doğru yürümeye başladı. "IRENE!!" diye çığlık atıyordum artık. Irene bana döndü ve "Seni seviyorum. Hayatımın çoğunda yanımda olduğun için teşekkürler." dedi. Gözlerimden yaşlar süzülüyordu. Ne yapacağımı şaşırmıştım. Irene'nin bu durumda sağ çıkamayacağını anlamıştım ama benim kurtulmam için kendini feda ediyordu resmen. "Lütfen bana bunu yapma!" diye çığlık attım son kez. Geri dönüşü yoktu. Irene artık yerin çöktüğü yerin çok yakınındaydı. En iyi arkadaşıma son bir kez baktım. Hayatımda en değer verdiğim kişilerden biri, gözümün önünde kendini feda ediyordu. Bir kahraman olarak ölüyordu. "Seni çok seviyorum." demeye çalıştım ama ağzımdan sözcükler çıkmadı. "Açlık Oyunları'nı kazan. İkimiz için." dedi sessizce ve kendini ona doğru gelen çatlaklara bıraktı. Arkasından atlamak istedim. O ağlamaklı gülümseme bir daha asla aklımdan silinmeyecekti. Ona veda etmek için bile zamanım yoktu. Kalan son gücümle uzaklara koşmaya çalıştım. Yaşanan hiçbir şey gerçekçi gelmiyordu, hâlâ şoktaydım. En sonunda Bryce'a yetiştim ve o an farkettim: Amaçları bizi Cornucopia'ya yollamaktı. Herkes ortada birbirini bulsun diye uğraşıyorlardı. Biraz daha kan aksın istiyorlardı. Koşarken gözyaşlarımı silip kendimi toparlamaya çalıştım. Cornucopia'ya ulaştığımızda böyle bir zamanım olmayacaktı. 7 kişi kalmıştık: Rebecca, Aaron, Drexel, Penelope, Perla, Bryce ve ben. Önce Perla'yı öldürmeye çalışacaktım çünkü onu koruyacak müttefiği yoktu. Penelope zaten benim için tehdit bile yaratmıyordu, asıl sorun Aaron, Drexel ve Rebecca'ydı. Bunları düşünürken Cornucopia'ya vardığımızı farkettim. Diğerlerinin gelmesini beklemek için Bryce'la kenara saklanıp enerji topladık. Irene'nin yasını tutacak zaman dahi vermemişlerdi. Oysa Başkent, Katniss'ın Rue'yu çiçeklerle donatmasını beklemişti. İçime sinir doldu. O an Bryce: "Kenara çekil!" diye bağırdı ama daha ne olduğunu anlayamadan kalbime saplanan acıyı hissettim. Rebecca uzaktan bana ok atmıştı. Bryce'a yardım etmesi için seslenmeye çalışsam da beynime komut gitmiyordu. Ölüyordum. En son hatırladığım şey Bryce'ın: "Özür dilerim." diye fısıldayışı ve ordan koşarak gidişi oldu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
76. Açlık Oyunları
FanfictionAnneme göre bu yaptıkları zalimlikti, ben ise bunu hakettiğimizi düşünüyordum. 75 yıl boyunca her yıl 23 haracı arenamızda katletmiştik. Ailelerinin gözleri önünde, tüm sevdikleri onları izlerken hem de. 76. Oyunlarda ise her şey değişecekti. Adalet...