belirsiz notlar,

3.2K 258 314
                                    

medya çok kalp 🥺

-

Kabinlerden birinde sifon çekildiğinde hızla ayrıldılar birbirlerinden. Osman arkasını dönüp ellerini yıkıyormuş gibi yaparken ve kalbi ağzında atarken Sinan taşa yaslanmış öylece çıkacak kişiyi bekliyordu. Birkaç dakika sonra kabinden hala kimse çıkmamıştı. Sinan tam oraya doğru gidecekken Osman kolundan tutunca durdu, kafasıyla dışarıyı gösterdiğinde sessiz adımlarla tuvaletten çıktılar.

Osman'ın endişeli halini gören Sinan onu sakinleştirmeye çalıştı, "Sakin ol Osman, konuştuklarımızı duyan birisi farklı bir anlam çıkarmaz bundan."

Osman hiçte rahatlamamıştı, böyle bir şey öğrenilirse neler olurdu düşünemiyordu bile. "Ya gördüyse?" diye sordu stresle.

"Saçmalama Osman, fark ederdik herhalde. Yürü hadi bir şey olmaz, sınıfa gidelim."

Osman'ın bu stresi Sinan'ın da içine kurt düşürse de, sonuçta onun kaybedecek bir şeyi yoktu. Ama görünen o ki Osman öyle düşünmüyordu.

Elbette ki böyle bir şey duyulmasa iyi olurdu çünkü toplum böyle şeyleri sevmezdi, çünkü geri kalanlar çoğunluğa uymak zorundaydılar, çünkü onlardan farklı birini gördüklerinde yanlış olduklarını düşünüp önyargılarıyla yaftalarlardı. Derin bir nefes verdi Sinan, gerizekalı olmak yerine böyle 'farklı' olmaktan mutluydu.

Sınıfa geçtiklerinde, Osman gözleriyle sınıfı taradı. Belki bir şey yakalar diye umdu ama herkes kendi halindeydi. Okulda bir sürü kişi var, diye düşündü, illa tanıdık bir olmak zorunda değildi. Ah, kimi kandırıyordu? Osman'ı herkes tanırdı.

Birkaç ders ikisi için de diken üstünde geçerken, son teneffüste grup toplanmış konuşuyordu. Sinan'ın her zamanki hali olsa da, Osman'ın suskun olması herkesin dikkatini çekmişti.

Eda Sinan'a 'ne oldu?' bakışları atarken Kerem söze girdi, "Hayırdır? Ne bu haller?"

Osman bir anda uyanmış gibi kafasını kaldırdı, sonra da Sinan'ın umursamazlığını taklit etmeye çalışarak omuz silkti. "Yok bir hal."

Eda araya girdi bu sefer, "Yemezler, dökül."

"Bir şey yok diyorum, ne döküleceğim?"

Kerem yüzünü buruşturarak konuştu, "Sallama lan, zaten kaç gündür ikinizde de var bir haller. Geçen gün birbirinizin yüzüne bakmazken, bugün Sinan'ın yanına oturması için neredeyse Yusuf'la kavga çıkaracaktınız. Bir şeyler oluyor, saklıyorsunuz."

Sinan boş boş Kerem'in yüzüne bakarken Osman onun olanları bu denli takmasına şaşırmıştı. Kerem Sinan'a döndüğünde kafasını salladı, "Ne bakıyorsun öyle amına koyayım, yalan mı? Bir boklar çeviriyorsunuz."

Sinan daha fazla susamadı, "Ne boklar çevireceğiz, şizofren misin?"

"Doğru konuş!" Kerem sinirlenmeye başlarken Sinan sakinliğini koruyarak cevap veriyordu.

"Sende seni alakadar etmeyen konulara bu kadar kafayı takma."

Eda araya girmesi gerektiği anladı, ama o da neler olduğunu merak ediyordu. Sonuçta bunlar tahminine göre büyük bir kavga etmişler, sonra da her nasılsa bir anda barışmışlardı. Yine de kavga çıkmaması adına aklından geçenleri sonraya saklamaya karar verdi, "Ya tamam," Kerem'e döndü, "hem sana ne? Anlatmak istemiyorlarsa bırak kalsın." Kerem yine sinirli bakışlarını onlara saçarken ayağa kalktı, "Doğru söylüyor, ne bok yerseniz yeyin. Bana ne?" Herkes onun bozulduğunu anlasa da tek kelime etmediler. Eda da onun peşinden gittiğinde ikili tekrar yalnız kaldı.

"Osman, takma bu kadar oğlum. Geçti işte bir şey olmayacak."

Osman gözlerini kısarak ona baktı, "Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun? Bu ciddi bir konu Sinan."

"Peki sen kötü bir şey olacağını nasıl bu kadar emin oluyorsun?"

"Emin değilim ama senin gibi boşvermek yerine her ihtimali düşünüyorum diyelim."

Sinan gözlerini devirdi, Osman'ın gergin olduğunu bildiği için bir şey söylemedi. Birkaç saniye ikiside hiçbir şey söylemeden durduğunda, Osman kafasını iki yana sallayarak Sinan'ın yanına oturdu. Eğilip dudağına minik bir öpücük kondurduğunda Sinan istemsizce gülümsedi.

"Dikkatli olalım artık."

Sinan biraz daha genişletti gülümsemesini, "Az önce öptün beni yalnız?"

Osman da gülümsedi, dayanamamıştı.


Sonunda okul bittiğinde Osman ve Sinan; Eda, Kerem ve Işık'tan ayrı yürüyorlardı. Osman buna kafayı takmamış olsa da Sinan tam tersi böyle olmak istemiyordu. Bu sefer roller değişti, diye düşündü.

"Osman?"

"Hmm?" Yine bir şeyler düşünüyordu.

"Gel, Işıklarla gidelim. Hem bize gelirsiniz, konuşuruz şu işi hem de saçma sapan konuşmamazlık yapmayalım." Osman gülümseyerek Sinan'a döndü, bir anda her şeyi unutup ona kocaman sarılmak istemişti. Sinan'ın kocaman bir kalbi vardı, sadece bunu göstermesi biraz zaman alıyordu o kadar.

Osman hala gülümserken kafasını salladı, "Gel hadi."

Birlikte onlara doğru ilerlediler, yanlarına gittiklerinde Kerem kısa bir an onlara baksa da kimse bir şey demedi. Osman fındıklarını çıkarmak için elini ceketinin cebine attığında fındıklarla birlikte eline bir kağıt geldi. Cebine bir şey koyduğunu hatırlamıyordu bu yüzden kağıdı diğer eline alara fındıkları onlara uzattı.

"Fındık?" Işık ve Eda gülümseyip fındıkları alırken Kerem önüne bakmaya devam ediyordu. Sinan omzuyla onu ittirdi, "Alsana lan."

Sonunda pes edip fındığı aldığında küçük bir tebessüm vardı yüzünde. Sinan onları evine davet ederken Osman kağıda bakmak için önüne döndü. Kimse farketmeden kağıdı açtığında kalbinin hızla çarpmasına engel olamadı.

'Baban biliyor mu oğlunun ibne olduğunu?'

selamm yeni bir sinman kitabı yazmaya başladım. henüz yayınlamadım çünkü bilmiyorum zaten tamamlanmadı daha. bir de size sorayım dedim okur musunuz acaba diye

 𝙯𝙖𝙖𝙛𝙡𝙖𝙧  / 𝘴𝘪𝘯𝘮𝘢𝘯Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin