-8-

988 115 149
                                    

Jacob elini uzatıp beni dansa kaldırdı. Kalkmak istemiyordum ama yine Kathryn ve Finn'i dans ederken görünce kalktım. Bir elini belime koyarken diğer eliyle elimi tuttu. Gözlerim hala Finnlerin üzerindeydi. Jacob "Sen beni dinliyor musun?" diyince sonunda kendimi alabildim. "Özür dilerim, dalmışım." dedim. Çok tatlı bir şekilde gülümsedi. "Ben sanırım neden dalgın olduğunu biliyorum." diye fısıldadı kulağıma eğilerek. Soran gözlerle baktım ona.

"Finnle nasıl tanıştığımızı sormuştun. Geçen sene kız arkadaşım beni Finnle aldattı. İlk başta onda hiçbir kusur aramak istemedim o yüzden Finnle kavga ettim." dedi. Onun için üzülmüştüm. "Gerçekten çok üzüldüm. Bu çok kötü bir durum." dedim. Kafasını hüzünle salladı. Sanırım onu gerçekten sevmişti.

"Sonra o gün sahilde seninle tanıştık. Sen o kadar iyiydin ki. Numaranı bile istemeyi unuttum. Okulda görünce nasıl sevindiğimi anlatamam." diyip nefeslendi. Diğer elinide belime koyunca bende elimi boynuna koydum. "Okulda seni görünce yine aynısı oldu. Sonra Finn'i gördüm ardından da Finnle olan bakışmalarınızı. İlk başta Finn'den intikam almak istedim ama seni tanıdıktan sonra bunu yapamayacağımı anladım." dedi.

Kendimi uzaklaştırmak istedim ama o daha sıkı tuttu. "Bizim aramızda eski bir dostluk ve biraz öfkeden başka bir şey yok. Şey şimdi benim tuvalete gitmem lazım." dedim ve hızlıca tuvalete gittim.

Finn'e karşı hiçbir şey hissetmiyordum ben. Hissedemezdim. İç sesim "O zaman neden sürekli ona bakıyorsun? Ya da aklına sürekli o geliyor?" dedi. Haklı bir isyandı ama iç sesimde olsa karşı çıkardım ona. "Sanane." dedim ve boş koridorda sesim yankılandı. Tuvalete gitmek yerine dolapların yanına çöktüm. Gözlerimi tavana diktim.

Gerçekten birinden hoşlanmak bu muydu? Hani mutlu olmam gerekiyordu. Bunca yıl kimseden hoşlanmayıp şimdi nasıl en yanlış kişiyi seçebiliyordum?

Yanıma Wyatt oturunca ilk başta şaşırdım. Elindeki biralardan birini bana uzattı. Başımı hafif eğerek teşekkür ettim. Cebinden sigara paketini çıkarıp bana uzatınca daha önce hiç içmememe rağmen bir tane aldım. Yaktıktan sonra ağzıma götürdüm. İlk başta boğulacak gibi hissettim ama sonradan alıştım.

Gülerek "İçmediğini bilmiyordum." diyince bende güldüm. "Seni buraya Sophia mı gönderdi?" diye sordum. Kafasını iki yana sallayınca şaşırdım. "Sadece fazla sesten hoşlanmıyorum." dedi. Kısa bir sessizlikten sonra "Gecenin başından beri Jacob konusundan bahsediyorlar ama ben senin Jacob'tan hoşlanmadığını anlayacak kadar insanları tanıyorum." diye devam etti. Bu beni yine şaşırtmıştı. "Wyatt sana bir soru soracağım ama bana başka hiçbir şey sormayacaksın tamam mı?" dedim. Sigaramı yerde söndürdüm. Uzattığı poşete sigaramı attım. "Birinden hoşlandığını nasıl anlarsın?" dedim. Şaşırmışa benziyordu.

"Daha önce kimsede hoşlanmadın mı?" diye sordu. "Hani başka soru yoktu!" dedim şakadan bir sitemle. "Ama sanırım hayır. Yani bence şu an da birinden hoşlanmıyorum ama... Neyse saçmaladım." dedim. Kocaman bir kahkaha attı. "Onu herkesden farklı görüyorsan ya da onunlayken saçma bir heyecana kapılıyorsan sanırım hoşlanıyor oluyorsun." dedi ama bunlar arkadaşın içinde olamaz mı? "Teşekkürler." dedim ve biramı kafama diktim.

Sophia koridorun başından "Yarım saattir sizi arıyorum." diye bağırınca bende "Üç tane bira al öyle gel." diye bağırdım. O da beni takmadan yanımıza geldi. "Hadi kalkın! Herkes dağılmaya başladı. Bizde artık gidelim." diyince kalktık.

Arabanın oraya gelince Jacob beni bekliyordu. Bende arabaya bindim. Yol boyunca konuşmadık. Arabayı durdurunca "Millie, seni rahatsız etmek istemedim. Sadece senden bir şey saklamak istemedim." dedi. Onun gerçekten kötü niyetli biri olduğunu düşünmüyordum. "Öyle bir şey yok ama yine de fazla tepki verdim. Gecemizi mahvetmet istemezdim." dedim. Kafasını hızlıca hayır anlamında salladı. "Bu geçirdiğim en güzel gecelerden biriydi." dedi. Ona gülümsedikten sonra arabadan indim.

.

Yatağıma uzanıp bir romantik komedi filmi açtım. Hem biraz gülmek istiyordum ama film bittiğinde kendimi nedensizce ağlarken buldum. Balkona çıktığımda bahçede Finn ve Kathryn'i gördüm. Kathryn yavaşca Finn'e yaklaşıyordu. Bunu görmek istemiyordum. Tam arkamı dönerken yandaki sandalyeye takılıp yere düştüm ve belkide düşerken minik bir çığlık atmış olabilirim.

Annem koşarak gelince beni yerde gördü. "İyi misin?" diye telaşla sorunca kalkmaya çalıştım ama bileğimdeki acıyla yeniden inledim. Sanırım el bileğimi burkmuştum ama zor da olsa kalktım.  "Problem yok, merak etme. İyiyim ben." dedim. Tabi ki de annem bana inanmadı. "Kalk hastaneye gidiyoruz." diyince bir bahane aramayı düşündüm. "Anne her olayda hastaneye gidersek gerçekten ihtiyacı olan insanlar ne olacak?" dedim. Aşağıdan bir gülme sesi gelince Finn ve Kathryn'i hatırladım. Annemde aşağı baktı. Finn "Kelly istersen ben Millie'yi hastaneye götürebilirim." diyince sinirlendim. "Ben kendim giderim." dedim. Annemde hemen "Burktuğun bileğinle araba kullanmayı düşünmüyorsun herhalde." dedi. Mantıklı bir argümandı ama bu benim gibi inatçı birini durduramazdı.

Aşağı inerken annem de peşimden geldi. "Anne gerçekten gidebilirim kendim. Lütfen şimdi yatağına git ve uykuna devam et." diyip yanağına bir öpücük kondurup anahtarımı alıp kapıyı açtım. Karşımda Finn'i görünce ilk önce duraksadım. "Çekilir misin?" dediğimde hiç beklemeden "Hayır." dedi. Kathryn de "Finn demek ki istemiyor niye zorluyorsun?" dedi. Gıcık ama haklı ama daha çok gıcık.  "Evet Finn. Sevgilin haklı. Zorlama daha fazla." dedim. Onu da ittirip dışarı çıktım. "Cidden ne zamandan beri kimseden yardım almıyorsun?" diye bağırıp peşimden geldi. Bu sözüyle sinirlenip ona döndüm. "Bir buçuk yıl önce benim yardım isteyecek kimsem kalmadı Finn." diyip  arabama bindim.

.

Lise yeni başlamıştı. Beden dersin yere düşüp dizimi kanatmıştım. Finn de beni kucağına alıp revire getirmişti. "Finn altı üstü kanadı. Kendim yürüyebilirdim, biliyorsun değil mi?" dedim. Hemşire izinli olduğu için gülerek pansuman eşyalarını aramaya başladı.

"Kucağımdayken hiç öyle demiyordun ama." diyince bende gülmeye başladım. Hazırladığı pansuman malzemelerini alıp yanıma geldi. Yarayı temizlemeye başlayınca minik bir şekilde acıdığını belli etsemde sonradan kendime geldim.

İşi bittiğinde bana baktı. "Sen gerçekten benim başıma belasın." dedi. Bunu ciddi söylemediğini biliyordum ama yinede içimi bir korku kapladı. "Hey! Kötü anlamda demediğimi ikimizde biliyoruz." diyince ona döndüm. Gülmeye çalıştım ama büyük ihtimalle bunun sahte bir gülümseme olduğunu anlayacaktı.

"Baksana siz olmasanız bana yardım edecek kimse yok. Babam sürekli işleriyle ilgileniyor ve benim kendi ayaklarım üstünde durmam gerektiğini düşünüyor. Annem desen beni önemsiyor ama ayrı işkolik bazen bir varis istemeseler beni doğururlar mıydı diye düşünmeden edemiyorum." dedim. Elimi ellerinin arasına aldı. "Bizimkilerde aynı ama olsun biz bize yeteriz." dedi.

O her zaman bana güven veriyordu. Hayatın bana verdiği en büyük şanstı.

.

Ve ben bu şansı kaybedecek ne yaptığımı bilmiyordum. Hastane otoparkına girince arabayı park ettim. Elim biraz ağrımıştı ama çokta sıkıntı yaratmamıştı. Acile girdikten sonra danışma kısmına girdim.

Oradaki kadın "Tatlım istersen sen muayeneni olurken biz seni buraya getiren kişiyle işlemlerini halledelim." dedi. Duraksadıktan sonra kadının hala bana baktığını anlayınca ona döndüm. "Ben buraya kendim geldim. İşlemleri ben halledebilirim." diyince ilk önce şaşırmış gibi baktı. Sonra da bir kaç kağıt uzatıp kimliğimi istedi.

.

Yeni bölümle geldim. Umarım beğenirsiniz. Bu arada hikayenin bu kısmına kadar yazım hatalarım olduysa hepinizden özür diliyorum

1042 kelime

inheritors | fillieHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin