-31-

711 98 107
                                    

Jacob arabaya bindiklerinden beri "İyi misin? Ne zaman tekme atıcak? Minik Jacob nasıl? Bir şey aşerirsen çekinmeden söyleyebileceğini biliyorsun değil mi? Aa bak şurada karpuz var. Noah dur Millie belki şuradaki karpuzlardan istemiştir. İstemediysen başka bir şey de buluruz. Sancın falan var mı? Nasıl bir his?" diye durmadan konuşuyordu. En sonunda Millie sinirle "Jacob yeter! O kadar sıktın ki daha var olduğundan emin bile olmadığımız bir bebeği şurada doğuracağım!" diye bağırdı. Jack de ona destek verir bir şekil de "Aynen sakin ol! Sanki sen doğuracaksın ne bu heyecan?" dedi.

Jacob ise onu takmamıştı bile. "Ya hep adında senin ismin olmadığı için kıskanıyorsun." diyip ona minik bir çocuk gibi el haraketi çekti. Sonra da geri Millie'ye dönüp ona sarıldı. "Merak etme, zamanla alışacak." dedi.

Noah ise normalde 110'dan aşağı gitmediği yolda şimdi 60'la gidiyordu. Jack "Biraz daha yavaş gidersen kendimi camdan aşağı atıcam." diyince Noah gözlerini yoldan ayırmadan devirdi. Biranda çok ciddileşmişti ve sadece "Arabada hamile birisi var. Birazcık daha ciddi olabilirsin." demekle yetindi. Hepsi şaşkınca Noah'ya bakıyorlardı. Noah ve 'Ciddiyet' kelimesinin aynı cümlede bulunması bile absürt dururken bu hali hepsini şaşırtıyordu.

Sonunda hastaneye geldiklerinde Jack hemen Millie'nin kapısını açtı ve birlikte hastaneye girdiler. Millie onlara gelmelerine gerek olmasığını söylemişti ama tabi ki de onu dinlememişlerdi. Kendi sıralarını beklemeye başladılar.

Dördü birden içeri girmeyi çalışınca doktor onlara baktı. "İçeriye hastayla birlikte yalnız bir kişi girebilir." dedi. Üçüde kapının önünde durdu. Jacob "Çocuklar üzgünüm. Hadi çıkın, biz birazdan gelicez." diyince Jack göz devirdi çünkü birazdan olabilecekleri tahmin edebiliyordu. Büyük ihtimalle sonlanmayacak bir kavganın ucuna doğru gidiyorlardı ama o da bu anda Millie'nin yanında olamak istiyordu. "Niye sen kalıyorsun? Bence aranızda Finnle en iyi anlaşan benim. O burada olsaydı Millie'nin yanında benim olmamı isterdi." dedi.

Millie onları izlerken o testleri saklamadığı için hala pişmandı. Onu düşündüklerini biliyordu ama bazen abartıyorlardı. Doktor da bu durumdan sıkılmış olacak ki "Niye sadece baba adayı burada kalmıyor?" diye sordu. Noah da bu soruya Jack ve Jacob'ı kapıdan dışarı itirerek "Çünkü burada değil ve ben ikisininde en yakınıyım. İkisinide en uzun süredir tanıyan benim. Çıkmalarını da ben sağladım. Testleride ben buldum. Yani siz ikiniz dışarıya çıkın hemen." diye cevapladı ve kapıyı kapadı.

Ardından da doktorun masasının karşısındaki sandalyeye oturdu. Millie de hemen onun ardından geldi. İkiside oturunca doktor "Sanırım test yaptınız ve sonucunuz pozitif çıktı." dedi. Millie sadece kafasını salladı.

.

Finn ve Jaeden hastanenin kantinin de birlikte çay içiyorlardı. Finn konu açılsın diye "Lilia'yla nasılsınız?" diye sordu. Jaeden'ın yüzünde mahçup bir gülümseme oluştu ve "Sanırım ona evlenme teklif edeceğim." dedi. Finn hemen kalkıp ona sarıldı. "Sizin adınıza çok mutlu oldum." dedi. Sonra da hemen dalgaya vurup "Ama Noah buna çok üzülecek." diye ekledi. Jaeden bunun üzerine büyük bir kahkaha attı.

"Peki ya siz?" diye sordu. Finn tabiki de neyi kastettiğin anlamıştı ama onların durumu çok farklıydı. Üniversite hayatlarını çok güzel geçirmişlerdi. Şimdi ise buraya dönmek zorundaydılar. Bir kaç defa her şeyi bırakıp sadece Millie'yi alıp kaçmayı bile düşünmüştü ama nereye giderlerse gitsinler bulurlardı onları. Dünya'nın düzeni buydu. Paran varsa her şeyi yapabilirdin.

Yine de çok isterdi. Millie'yle evlenmeyi, çocuklarının olmasını... Onu gerçekten var olabilecek her şeyden daha çok seviyordu. Sabah onu uyandırmasını, geceleri kabus gördüğünde korkup ona sarılmasını, üzüldüğünde moralini düzeltebilecek tek kişi olmasını, pazar sabahları hazırladığı kahvaltıları, sarhoş olduğunda saçmalamasını, ona her zaman destek olmasını, kısaca ona ait her şeyi seviyordu.

Tek söyleyebildiği ise "Bilmiyorum Jae. Onu çok seviyorum ama onu koruyamamaktan korkuyorum." oldu. Jaeden da bir şey diyememişti. Ortam da oluşan kısa sessizliği birinin "Babanız uyandı." demesi bozdu.

.

Doktor, Millie'nin karnına değişik bir sıvı sürerken Noah merakla onlara bakıyordu. "Çocuğunuzu Finn'den önce gördüğüm için ona hava atacağım." diyince Millie ona döndü ve minik bir kahkaha attı. Sonra ise yüzündeki gülümseme silindi. "Sence Finn ne tepki verecek?" diye sordu.

Dün gece sırf bunu düşünmekten uyuyamamıştı. Ya Finn çocuklarını istemezse ne olacaktı? Onun tanıdığı Finn hayatta böyle bir şey yapmazdı ama yinede bu saçma düşüncelerine engel olamadı. Noahsa Finn'in ne kadar sevineceğinden emindi. Millie'yi nasıl sevdiğini biliyordu çünkü.

Doktor gülümseyip eliyle ekranı gösterdi. "Bakın, işte orada." diyince ikisininde yüzüne kocaman bir gülümseme yayıldı. Noah, Millie'nin elini tuttup "Bu bir mucize." dedi.

.

Doktorun ona verdiği kıyafetleri giydikten sonra kapının önünde bir süre bekledi. İçeriye girmek istemiyordu, tamam ona bir şey olmasını da istemiyordu ama sonuçta ona yaşattıklarını unutamıyordu. En sonunda kapı kolunu tuttu ve içeri geçti.

Babasıyla göz göze gelince hemen yanındaki koltuğa oturdu. Babası elini tuttunca o da elini tuttu. Olanlara rağmen gözünün dolmasına engel olamadı. "Finn..." dedi adam zorlukla. Ömrünün son zamanlarında oğluyla küs gitmek istemiyordu. Adam "Biliyorum. Bana sinirlisin hatta kızgınsın ama ben sizi korumayı denedim." diyince Finn kafasını kaldıp adamın yüzüne baktı. "Biz, sizi biliyorduk. Ben hep onu engelledim ama şimdi gidiyorum ve sizi koruyamam." dedi ve derin bir nefes aldı.

Finn ise ne diyeceğini bilmiyordu. Niye birlikte olmalarına bu kadar karşıydılar ki? Birbirini seven iki gençten ne istiyorlardı? "Robert'ın bir ablası vardı. B-ben onu çok sevmiştim ama bize izin vermediler. Mirastan vazgeçmesine rağmen izin vermediler. O bir savaşçıydı, beni bırakmak istemedi ama ben bir korkaktım. Ne ondan ayrılabildim ne de yanında olabildim. Her şeyi daha da batırdım. Benim yüzümden çok kötü şeyler yaşadı." derken adamın gözyaşları, minik bir çocuğun gözyaşları gibi yanaklarına akmaya başladı. "Onu bırakamadım ama o benim için yapabileceği tüm fedakarlığı çoktan yapmıştı. Ve bizi hiç rahat bırakmadılar. B-bir gün onun intihar ettiğini söylediler ama o hayatta intihar etmezdi Finn." dedi. Finn onun yüzünden babasının ilk defa birini sevdiğini gördü. "Yanılmamıştım, o kendine bir şey yapmadı. Sadece her şeyi bırakıp gitmişti. Onu bulduğumda çok bitkindi. Sadece her pazar gidip ona bakabildim. Elimden başka hiçbir şey gelmedi." diyip sözlerini bitirdi.

Finn "Ona ne yaptılar ki?" diye sordu. Cevabından korkuyordu ama babasıda söyleyemezdi zaten.

Derin bir nefes daha aldıktan sonra adam "Kendinize bunu yapma Finn. Biliyorum, aşk olduğunuzu düşünüyorsunuz belki de aşıksınız ama bu aşktan daha çok yakıyor. Daha çok gençsiniz. Yeniden aşık olabilir yeniden hayata tutunabilirsiniz. Ama yeni..." derken adama konuşamamaya başladı. Nefesi kesiliyordu, Finn odadan koşarak çıktı ve doktoru çağırdı.

Koridorda duvarın dibine çöküp ağlamaya başladı. Dışarıdan gören biri babası için ağladığını düşünebilirdi ama hayır, o babası için değil kendisi için ağlıyordu. Her seferinde Millie ve kendisine bunu yapamazlardı. Bu yükü yeniden onun sırtına yükleyemezlerdi. Nefesi daralıyordu. Bu hayattan bir kez daha nefret etti. Onun tek istediği Millie'ydi.

Millie'ye bunu tekrar nasıl yapabilirdi ki? Onca anıyı bir kenara nasıl bırakabilirdi?

.

Oy sınırı koymayayım diyorum pat oylar düşüyor :') harikaaa. Okuyup beğeniyorsanız oy atmayı unutmayın.

Bu arada sizce

Tamam mı? Devam mı?

Neyse herkese iyi okumalar.

1068 kelime

inheritors | fillieHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin