-27-

913 101 177
                                    

"...Yani sonuç olarak şu an birlikte Londra'ya gidiyoruz." dedi. Bütün bunları ayarlamasına inanamıyordum. Yine de hala ona sinirliydim. "Kathryn'i getirmek daha iyi olmaz mıydı?" diye sorunca kafasını öne eğip ellerinin arasına aldı. Uyuyan diğer yolcuları rahatsız etmemek için kısık sesle konuşuyorduk. "Bak Millie, o beni çağırdı. Konuşmamız gereken şeyler olduğunu söyledi. Bende merak edip gittim. Kavga ederken biranda beni öpmesini bende beklemiyordum. Arkadaşın iki saniye daha dursaydı benim Kathryn'i ittiğimi de görürdü." dedi. Sonrada kafasını kaldırıp ellerimi ellerinin arasına aldı.

"Tamam, biliyorum şu ana kadar çok fazla hata yaptım ama seni seviyorum Millie ve seninle birlikte olduktan sonra gidipte Kathryn'i öpecek birisi değilim." dedi ve ellerimi yukarı kaldırıp öptü. Belki de her seferinde ona güvenerek hata yapıyordum ama onu gerçekten çok seviyordum. Bu beni o kitaplardaki veya filmlerdeki eleştirdiğim insanlara dönüştürüyordu, yinede kendime engel olamıyordum.

Ellerimi ellerinden çekince benim ellerimde olan gözlerini gözlerimin üstüne getirdi. Sanki ona inanmamamdan korkuyor gibiydi. "Çok salaksın..." diyip ona sarıldım. İçinin rahatladığını belli eden bir şekilde nefes aldı. Bir süre öyle durduktan sonra "Şuradaki amca bizim aptal olduğumuzu düşünüyor sanırım." dediğimde gülerek benden ayrıldı.

.

"Ya burası niye böyle? Sürekli bir yağmur. Kim üzüyor bu şehri? Kırk yılın başı düzgün bir şey yapmayı deniyorum. Havaya bak! Noah'a dedim ben yağmur yüzünden hiçbir şey yapamayız diye ama yo..." diye söylenirken Finn'in ağzını kapadım. Taksi şöförüde bunu bekliyordu sanırım çünkü derin bir nefes alıp verdi. "Finn, lütfen artık susar mısın? Bırakta anın tadını çıkaralım. Hem birlikte olduktan sonra havanın yağmurlu olup olmamasının ne önemi var ki?" dedim ve ona sarıldım. Yüzü biraz gevşedi ve o da bana sarıldı. Uçaktan indiğimizden beri yağmur yağıyordu ki yol gerçekten çok uzundu ve Finn yağmurdan nefret ederdi.

"Hem hava durumuna baktım. Yarın ve pazar günü yağmur yok gezmek istediğimiz her yeri o zaman gezebiliriz. İkimizde yorulduk şimdi gider dinleniriz. Akşamda yemek yemek için çıktığımızda da biraz gezeriz." dedim. Başım göğsünde olduğu için yüz ifadesini göremiyordum ama başını salladığını hissedebildim. Sonrada saçlarımın arasına minik bir öpücük kondurdu.

Taksi durduğunda otelin önüne geldiğimizi anladım. Görevli bavullarımızı alırken bende caddeye baktım. İnsanları ikiye ayırmak için bir sürü yol bulabilirdiniz. Kediciler ve köpekçiler gibi. Yağmurda böyleydi. Yağmurdan kaçanlar ve yağmurdan zevk alanlar...

Finn bu kadar farklı olmamıza rağmen iyi anlaşmamız bir mucizeydi sanırım. Finn çoktan içeriye geçtiği için bende içeriye girdim, biraz ıslanmıştım ama az sonra kururdum. Finn elinde anahtarı sallayarak bana bakıyordu. Gülümseyip yanına gittim. Oldukça büyük ve güzel bir oteldi. Köprüye de yakın olduğuna emindim.

Sonunda odamıza girdiğimizde odaya bayılmıştım. İki katlı gibiydi alt katta oturma grubu vardı ve tahmin ettiğim gibi harika bir köprü manzarası vardı. Sabırsızlıkla üst kata gibi minik sadece yatak olan yere çıktım ve kendimi yatağa attım. Yatağın üstünde kocaman bir cam vardı. Bu sırada Finn de yanıma gelip kendini yatağa attı. Dudaklarımdan istemeden "Burası harika bir yer." diye döküldü. O da "Beğenmene sevindim." diye karşılık verdi.

Burayı gerçekten çok beğenmiştim. Aslında odamda hep böyle bir cam olmasını istemiştim ama odam orta katta olduğu için bu imkansızdı. "Burada ben yatacağım." dediğimde gülmeye başladı. "Sen de alt katta istediğin koltukta yatabilirsin." diye devam edince gülmeyi kesti. "Sen ciddi misin?" diye sordu. Kendimi gülmemek için zor tutuyordum ama artık böyle olma kararı almıştım.

"Ciddi olamazsın." dedi sitemle. "Ben duşa gireceğim." dedim ve alt kata inip bavulumdan eşyalarımı aldım. Arkamdan bir şeyler söylediğini duydum ama takılmadım ve duşa girdim.

.

Yatakta uzanmıştım. Merdivenden ayak seslerinin geldiğini duyunca Finn'in yukarıya çıktığını anladım. Gözlerimi kapatıp uyuyormuş gibi yaptım. Duştan yeni çıktığı için otel şampuanı kokuyordu. Cama vuran yağmurun sesi ve onun burada olduğunu bilmek bana huzur veriyordu. Yatağın diğer tarafının hafif çöktüğünü hissedince yanıma uzandığını anladım. Yanağıma bir öpücük kondurduktan sonra kulağıma "Uyumadığını biliyorum." diye fısıldadı.

Gözlerimi açıp ona baktım. "Seni çok özledim, Mills." dedi ve kollarını bana sardı. "O zaman inat etmeyip benimle konuşsaydın." diye sitem ettim. "Bu arada buraya yatabileceğini kim söyledi?" dedim ve kollarının arasından çıktım. Ben kendimi yatağın arkasına yaslarken o da kendini dikleştirdi. "Hem daha hiçbir şey değiliz, değil mi?" diye devam ettim. Kafasını kaldırıp gökyüzüne sabır dilermiş gibi baktı. Sonrada bana geri döndü.

"Millie Bobby Brown, benim sevgilim olur musun?" diye sordu. Gülmeme engel olamadım. Sorusuna "Bu kadar mı?" sorusuyla karşılık verdim. Elini ağzımın üstüne getirdi ve "İstersen daha fazlasını yapabiliriz." dedi. Sesi çok kısık çıkmıştı. Tamam etkilenmediğimi söylemeyi çok isterdim ama bu kocaman bir yalan olurdu. Konuyu dağıtmak için "Hayal kurabiliriz, özgür olduğumuz, kaçmak zorunda olmadığımız, yalan söylemek zorunda olmadığımız bir gelecek hayal edelim." dedim. Onunda yüzüne kocaman bir gülümseme yayıldı. "Hadi gözlerini kapat." dedim ve ona sarıldım.

(Burayı sanki Millie anlatıyormuş gibi düşünün Finn'in dedikleri hala Finn diyor. Sadece birlikte hayalin içindeler gibi.)

Önümüzde uçsuz bucaksız bir sahil var. Kumlar bizi misafir ediyor. Finn "Gerçekten hayalinde bir sahilde miyiz? Seni Londra'ya getirdim ama senin istediğin altı üstü bir sahil mi?" diyince ona döndüm. Salaş gömleği rüzgarla uçuşuyordu. Altında da kumaş bir şort vardı.

"Heh, şu gözlükleri ekleyince daha iyi oldu." diyince güldüm. Biran da yüzünde gözlükler oluşuverdi. "Artık hayalimi bozmayı keser misin?" diyince bu sefer o da gülmeye başladı. "Güzelim, bu ne biçim hayal ama. Tamam deniz, kum, güneş güzel de, sıkıldım ben. Hem hangi plajda kesicek bir tane bile kız olmaz ki?" dedi. Tokat atınca bana afallamış gibi baktı. "Hayalde de olsa birazcık canım acıdı." derken bir yandan da eliyle birazcık işareti yapıyordu.

Benim üstümdeyse kısa beyaz bol bir elbise vardı. "Bak beni hayalinde bile delirtiyorsun. Tamam bacakların çok güzel olabilir ama birazcık uzun mu giyinsen? Ben zaten onları görmem gereken yerde görürüm." dedi. Hayalim de bile kızardığıma inanamıyordum.

Olduğum yerden kalkıp ona kalkması için elimi uzattım. Ellerimi tuttup kalkarken bir anda gözleri ayaklarına kaydı. "Hepsini kabul edebilirim ama parmak arası terlik mi? Bu bana ters." dedi. "Finn, ne çok konuştun ama. Bırakta hayalime devam edeyim." dedim. Onu denize doğru sürüklerken durup terliklerini fırlattı. "Şimdi benden kaçman lazım." diyince onun dediğinin aksine gidip üstüne atladım. Ellerimi boynunda birleştirirken o da bacaklarımı tutup belinde birleştirdi. "Seni seviyorum sevgilim." dedim. Yüzüne yayılan gülümse çok güzeldi. Bir hayal ancak bu kadar güzel olabilirdi. O da "Bende seni seviyorum sevgilim." derken dudağıyla yanağı arasına bir öpücük bıraktım.

"Bunları hayal de değil gerçekte de yapabiliriz biliyorsun, değil mi?" diyip beni yere bıraktı ve bana elini uzattı. "Hadi gel benim hayalime gidelim." dedi. Elini tuttum ve kumsalda koşmaya başladık.

.

Merhaba, yeni bölümümüz geldi.

İlk öncelikle hayal sahnesi hakkındaki düşüncelerinizi merak ediyorum. Buraya yazarsanız sevinirim.

Bir de sizce Finn ne hayal etti?

Oy sınırımız yine aynı. Hepinizi çook öpüyorum. İyi okumalarr!!

1059 kelime :)

inheritors | fillieHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin