-29-

906 93 142
                                    

Finn "Anne, beş dakika daha." diye söyleniyordu ve bunu yarım saattir yapıyordu. Neredeyse günün yarısını yemiştik onun yüzünden. Sırtını bana doğru dönünce baş ucundaki su şişesini görüp ona doğru uzandım. Zaten içinde az su vardı ve Finn duş almadan güne başlamazdı. Şişeyi kafasından aşağı boşalttığım da sonunda uyanabilmişti. Sanırım içinde sandığım kadar az su yokmuş ama olsun.

Gözlerini kırpıştırırken geri bana döndü. Ben onun bu haline gülerken beni tutup kendine doğru çekti. "Günaydın." diye fısıldayıp gözlerini geri kapadı. "Finn, artık uyanır mısın?" dedim ama o bana oyuncak ayısıymışım gibi davranıyordu.

Biraz çillerini inceledim ve ona doğru yaklaştım. Dudaklarımı dudaklarına bastırdım. Karşılık vermeye başlayınca da hemen çekildim. "Tüm günü uyuyarak geçiremeyiz kalk artık." dedim ve ondan kurtulup kalktım. O da sonunda kalktı ve ayaklarını sürüye sürüye alt kata indi. Ben o kalkmadan duş aldığım için internete girip bugün için plan yapmaya başladım.

Bu sırada telefonum çalınca hemen açtım. Görüntülü konuşma olduğu için biraz görüntünün gelmesini bekledim. Noah "Burada kebap diye bir şey var. Çok güzel." diye bağırınca gülmeye başladım. "Orda saat kaç?" diye sordum. Jacob da ağzı dolu dolu "On olması gerekiyor." diye cevapladı.

Bu saatte nasıl akşam yemeği yiyorlardı ki? Bu sırada arkalarından yaşlı bir amca geldi. Hiç anlamadığım bir şeyler söyledi. Bizimkilerse aptal aptal gülmeye başladı. Tabi ki anlayamamam Türkçe olduğu için normaldi ama bizimkilerin nasıl anlayıp güldüğünü merak ediyordum. Amca gidince "Nasıl anladınız da güldünüz?" diye sordum.

Noah yine önündekileri yemeye başladığı için Jacob "Anlamıyoruz. Sadece gülüyoruz. Sonra karşımızdakilerde gülüyor ve konuşma bitiyor." dedi. Gerçekten ikisinin arkadaş olup yalnız kalmaları büyük bir tehlikeydi. Ben Jacob'ın söylediğine gülerken banyonun kapısının sesi geldi. Finn beline sardığı havluyla çıkınca gözlerim istemeden vücuduna kaydı. Kas yığını olan tipleri sevmezdim zaten. Vücudundaki hafif kasları daha iyiydi. Dün geceden sonra bu halinden etkilenmem biraz garipti. Noah "Millie dondu." diyince anca kendime gelebilmiştim.

"H-hayır, ben sadece yani aynen. İnternetim gitmiş olmalı." dedim ama Jacob gülmeye başladı ve "Tependeki vantilatör donmadı ama." dediğinde artık kıpkırmızı olduğuma emindim. Noah da "Finnie'ye dalmıştır." diyince tam olmuştu. Finn bu sırada bavulunda bir şey arıyordu. İçimden 'Umarım duymamıştır.' diye geçirdim ama emin değildim. Konuyu değiştirmek için "Orası nasıl bir yer?" diye sordum. İkisi de birbirlerine bakıp biraz düşündü ve söze Jacob başladı. "Doğal olarak baya güzel bir de bunun yanında bir çok tarihi eser var. Vakit geçirmek için yapabileceğinde bir sürü şey var." dedi. Noah da "Ayrıca çok güzel yemekleri de var. Sırf yemek yemek için bile gelinebilir. Hatta gelirken sana baklava getireceğim." diyince gülmeye başladım. Jacob "Ama heveslenme Noah'nın bavlavabodysi hala benim." dediğinde az önce hafif olan gülücüğüm kahkahaya döndü.

Noah da kahkaha atmaya başlamıştı. "Yine de bunu Jaeden'a söyleme. Onu aldattığımı düşünmesini istemiyorum." dedi. Bu çocuk Jaeden'a gerçekten takıntılıydı ve Lilia, Noah'yı kıskanmakta sanırım biraz haklıydı. Finn "Millie kemerimi bulamıyorum. Nerede biliyor musun?" diye bağırınca dikkatim yine ona kaydı ama yine bizimkilerin diline düşmemek için sadece "Yukarıdadır." demekle yetindim.

Noah "Kemerinin yerini nereden biliyorsun hem Finnie, aşkım, birtanem benim yerime bunu götürdüğün için pişmansın, dimi?" diyince göz devirmekle yetindim. Ben de "Finn telefonunu verir misin? Noah'yı engellemem gerekiyor." diye bağırdım. Sonunda Finn de hazırlanıp yanıma gelmişti.

Kolunu omzuma atınca yüzüme istemeden bir gülümseme yayıldı. Onlar bir şeylerden bahsederken ben ön kameranın bizi gösteren kısmından çaktırmadan Finn'e bakıyordum. "Finn burada bir kızlar var görmen lazım." cümlesini duyana kadar konuşmayı dinlemiyordum ama Finn'in tepkisini merak ediyorum.

inheritors | fillieHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin