-43-

852 93 134
                                    

(2 ay sonra)

"Mary öğrenince ikimize de çok kızacak biliyorsun değil mi?" diye sorunca gözlerini tavandan çekip bana döndü. "Özür dilerim." diyip yanağıma minik bir öpücük kondurdu ve "Hayalinin bu olmadığını biliyorum ama seni seviyorum ve sizi yeniden kaybetmekten korkuyorum." diyince bende ona döndüm. "Artık yirmi yaşında bir kız değilim. Yani o hayalleri gerçekleştirmek için zaten geç kaldım." dedim.

.

Finn, öğle yemeğine çıkmak için yanıma gelmişti. Telefonum çalınca daha benim ekrana bakmama fırsat vermeden telefonumu elini aldı. Sinirli bir kahkaha atınca az çok kimin aradığını anlamıştım. "Bu arkadaş niye ikide bir seni arıyor?" diye sorup telefonu bana uzattı. "Onlarla bir anlaşmamız olması benim problemim değil. Ben gelmeden önce yapılmış bir iş." dedim ve telefonu açtım.

"Merhaba Andrew." diyip telefonu açtım. Finn'in tüm yüz hatlarının gerildiğini görebiliyordum. "Merhaba Millster. Ben sadece haftaya oraya gelip son düzenlemeleri yapabileceğimizi söylemek için aradım." dedi. "Bu harika bir haber." dedikten sonra kısa bir sessizlik oluştu. Tam "O zaman kapıyorum." diyecekken "Aslında yani eğer sende istersen, yani yaptığım hataların farkındayım, üstünden çok zaman geçtiğinin de a-ama sende istersen belki geldiğimde bir akşam yemeği yiyebiliriz diye düşünmüştüm." dedi ve bende öksürük krizine girdim. "De-Dediğin gibi üstünden çok zaman geçti ve ikimizinde kendi yoluna bakması bizim için daha iyi olur." dedim.

Gözlerimi, Finn'in fal taşı gibi açılmış gözlerinden uzaklaştırmaya çalışarak camdan dışarı baktım. "Pe-Pekala, haklısın. İyi günler." diyince bende alel acele "İyi günler." diyip telefonu kapadım.

Gözlerimiz yeniden buluşunca "Ne diyor o gereksiz?" diye sordu. Bu soruyu cevaplamak istemediğim için çantamı elime alıp ayağa kalktım. "Ben acıktım." diyip kapıya doğru ilerledim. Arkamdan o da ayağa kalktı ve yanıma geldi. "Benden ve sorularımdan böyle kaçamazsın." diyince göz devirdim.

"İstediğim kadar kaçabilirim." diyip asansörün tuşuna sanırım beşinciye falan bastım. Gözlerini üzerimde gezdirdikten sonra "O zaman kaçamamanı sağlayalım." dedi. Bense ona sadece anlamayan gözlerle bakıyordum. Asansör binerken beni kucağına aldı. "Evlenmeye gidiyoruz." diyince "NE!?" diye bağırdım. "Bak üstündeki de beyaz, bu bir mesaj." diye devam etti. "Ciddi olmadığını düşünüyorum ve beni yere indirmeni bekliyo..." Sözümü tamamlamaya fırsat bırakmadan dudaklarıma yapıştı. "Evlenirken de öyle dersin." dedi ama onun ciddi olduğunu bir anda evlenene kadar zar zor algılayabildim.

.

Gerçekten evlendiğim günün böyle olacağını hayal etmemiştim ama pişman değildim. Başka biriyle evlenmektense Finn'le böyle evlenmeyi tercih ederdim. Yani sanırım...

Arkamı dönüp kollarımı yastığıma sardım. Gözümden istemeden bir damla yaş düşünce Finn'e belli etmemeye çalışarak baş parmağımla sildim. Bu onun hatası değildi ve böyle düşünmesini istemiyordum. İstemesem hayır derdim zaten. Sadece son dönemde kendimi oldukça hassas hissediyordum.

Kollarını belime sardı ve boynumu öptü. Daha sonrada beni kendine iyice çekti. "Tekrardan özür dilerim." diye fısıldadı. "Kendini suçlu hissetme. Bende istedim, hem bana istemediğim hiçbir şey yaptıramazsın biliyorsun." dedim. Burukça kıkırdadı. Bazen doğruyla yanlışı ayıramıyordum ama beni sevdiğine inanmak istiyordum.

Yavaşça beni kendine çevirdi ve dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Bu sırada da hafifçe kalkıp ağırlığını üstüme verdi. Kendimi çekip "Ne yapmaya çalışıyorsun?" diye sordum sanki anlamamışçasına. Eli üstümdeki pijamamın düğmelerine giderken sadece "Birazdan görürsün." dedi. Düğmeleri açtıktan sonra kendi tshirtündende çabucak kurtuldu.

İçeriden açılan kapının sesini duyunca Finn'i hemen üstümden ittim. O da duymuş olmalı ki bir kaç saniye önce yere attığı tshirtü aramaya başladı. Bende hızla düğmelerimi iliklemeye başladım. Kapı açıldığında Finn hala tshirtünü bulamamıştı ve benim de bir kaç düğmem açıktı.

Archie uykulu gözleriyle "Sizde mi uyuyamadınız?" diye sordu. Biz daha ilkine cevap verememişken "Bir de babamın niye üstü yok?" diye sorularına devam etti.

.

Archie'yi okuluna bıraktıktan sonra arabaya geri bindim. Finn "Kabul et, güzel kurtardım." diyince uzun zamandır içimde tuttuğum kahkahayı serbest bıraktım. "Lisede annemlere yakalanmaktan bu kadar korktuğumu sanmıyorum." diyince o da gülmeye başladı.

"Bu arada beni Sophia'nın lokantasına bırakabilir misin? Romeo ve Iris balayından dönmüşler. Kızlarla kahvaltı yapacağız da." diye sorunca bir şey deme gereği durmadan oraya doğru sürmeye başladı. "Yani biz gelemiyoruz." dedi. Sonra da 'Anladım.' dermişçesine kafasını sallayıp aynadan bana kısa bir bakış attı. "Sizin yanınızda nasıl sizden şikayet edebiliriz?" diye sorunca hiç beklemediğim bir tepki verip "Haklısın." demekle yetindi.

Kısa bir yolculuğun ardından mekana gelmiştik. Arabadan inecekken "Bir dakika..." diyince durdum. Cebinden bir kutu çıkarıp elimi tuttu ve tek eliyle kutuyu açtı. Gerçekten çok güzel bir yüzüktü. "Benimle evlenir misin?" diye sorunca istemeden gülmeye başladım.

"Her şeyde böyle kolaya mı kaçacaksın? Ayrıca şu an hayır desem ne değişecek?" dedim ciddiyetimi toparlamaya çalışarak. Finnse beni takmadan yüzüğü parmağıma taktı. "Nişanlı olma süremiz eksi bir gün oldu." dediğimde o da gülmeye başladı. "İnsanlar evlilik teklifi aldıklarında genelde bir cevap verirler." dedi gülmeyi bırakarak.

"Düşünmem lazım." dedikten bir kaç saniye sonra onu öpmeye başladım. Yüzünde oluşan gülümsemeyi hissedebiliyordum. Finn geriye çekilince alınlarımızı birbirine yasladık ve biri camımıza vurana kadar öyle kaldık. Finn camı açınca Sadie bize bakıp "Bu romantik anı bozmak istemezdim ama açım." dedi. Komikti ama Finnle aynı anda göz devirdiğimize de emindim.

.

"Altı üstü midem bulandı." dememe rağmen Mia elime tutuşturduğu gebelik testiyle birlikte beni tuvalete doğru itmeye çalıştı. Iris "Hem sende gebelik testinin ne işi var?" diye sorunca Mia beni ittirmeyi bırakıp "Jacobla anlarsın bir çocuğumuz olsun istiyoruz." dedi söyleyebileceği en kısık sesle. Jesy "Keşke Jack ve benimde bir çocuğumuz olsa." diyince Lilia gözlerini devirip "Konudan uzaklaşmayın. Millie hemen kabine." diyip beni itti.

Sadie'nin "Ya bakar mısın? Bunlar da ikinci çocuğu doğuracak, Noah hala kendi çocuk olma peşinde." dedi. Sanırım aramızda bu konuda tek adım atmayanlar onlardı. Onlar, Jack ve Jesy harince herkes evlenmişti ama Noah daha evlenme bile teklif etmemişti ve Sadie'nin buna içten içe ne kadar kızgın olduğunun hepimiz farkındaydık.

Onların konuşmalarını dinlerken bir yandan da testin sonucunu bekliyordum. Sadie "Millie, baktın mı?" diye bağırana kadar zamanın nasıl geçtiğinin farkına bile varmamıştım. Derin bir nefes alıp teste baktım.

Çift çizgi, pozitif

O an geçen sefer olan her şeyin biran gözümün önünden geçmesine engel olamadım. İstemsizce tüm bedenimi saran korkuya karşı yapabilecek hiçbir şeyim yoktu sanki. Kapıyı yavaşça açtım. Gözlerimin dolduğuna emindim ama şu an yalnız kalmam gerekiyordu. Sadece güçlükle "Yalnız kalmalıyım." dedim ve dışarıya doğru koşmaya başladım.

.

Sahile vuran dalga seslerinin arasında burnumu istemsizce yine çektim. Bu huyumdan nefret ederdim ama bir türlüde durduramazdım kendimi. Elimin tersiyle yanağımdaki yaşı sildim ve elimdeki kağıda yine baktım.

O, Archie'den bile küçüktü. Daha bir buçuk aylıktı. Şimdi daha Archie için bile iyi bir anne olup olmadığımdan emin değilken nasıl yeniden anne olacaktım? Elimdeki yüzüğe bakınca bu sefer çok acı bir gerçekle karşılaştım.

Ben sadece Finn'e değil, kendime de güvenmiyordum.

.

Finali sığdıramadım bir sonraki bölüm net final var artık ama biraz oyların artmasını bekleyeceğim.

Bu arada yeni kitabım SIGN OF THE TIMES | FILLIE bakarsanız çok sevinirim. Finalden sonra hep orada olacağım. Yarı texting olacak :)

inheritors | fillieHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin