"İflah olmaz puştlarsınız hepiniz."
Yere tükürmüş, ardından omzumda bekleyen sopayı biraz daha yerinde dinlendirmiştim. Karşımdaki okul müdürü; bana ve yanımdaki diğer gazilere saydırırken, hepimiz bir an önce susmasını ve sınıflara dağılmayı istiyorduk. Ya da en azından benim ölmeden önceki tek arzum buydu.
"Ben size kaç kere dedim, dışarıda ne bok yiyorsanız yiyin ama okulumda olay istemiyorum diye!"
Kısa ve tıknaz hâlleriyle bize söverken öyle komik görünüyordu ki yanaklarımın içini ısırmama engel olamamıştım. Yedi kişi, son sınıf olmamızı umursamadan tüm okul dersteyken bizi bahçeye çıkarmış, güneşin ırzımıza geçmesine izin veriyor, bir de bir güzel söyleniyordu. Şahaneydi gerçekten, dakikalar önce yediğim dayağın acısını bile hissedemez olmuştum.
Seokjin kafasını geriye atarak benimle göz göze geldiğinde, kaş göz yaparak hocayı dinlememi belirtti. Fakat öyle istemiyordum ki bunu. Canım epey sıkkındı, Taehyung ve saz arkadaşlarıyla ana avrat küfürler ederek birbirimizin kemiklerimizi kırmış oluşumuzdan kaynaklanmıyordu bu kesinlikle.
"Bu son ikazım."
Bir daha okulumda böyle şeyler görmeyeceğim. Yoksa hepinizi toptan yollarım.
Eh, klasik sayılabilir. Dua bellemiştik bu sözleri artık.
"Bir daha," diye başladı cümlesine. Bağırmaktan nefes nefese kaldığı için elleriyle göğsünü sıvazlıyordu. "Bir daha okulumda böyle şeyler görmeyeceğim. Yoksa hepinizi toptan yollarım."
Aramızdan ayrılmadan son bir kez daha baktı bize. Gözleriyle küfür etmek diye bir şey varsa şu an o yaşanıyordu. Titremiştim resmen. Salt nefretle bakıyordu bize. Ayağını yere vurarak yanındaki hademeyle uzaklaşmaya başlayınca, omuzlarımdaki sopayı indirdim. Dudaklarımda kocaman bir sırıtış vardı. "Size revire kadar eşlik edelim mi?"
"Ben götünden kan almadan bunu yapabilirsen aferin."
Hırsla soludu ve cevapladı Namjoon. Sinirlendirmek istediğim kişi o değildi oysa. Yine de bozulmadım ve gülüşümü sürdürdüm. "Yapmayın beyler, siz de bizi seviyorsunuz. İnkar etmeyin."
"Sikicem beyinizi de, sizi de." Yoongi yerdeki su şişesini alıp başından aşağı döktü, sonra da öfkeyle salladı siyah saçlarını. Dört kişi üç kişiye dalmaya utanmıyorlardı, bir de karşımıza geçmiş böyle tavırlar sergiliyorlardı işte. Aslında dört seneden beri onlara alışmış olmamız gerekiyordu.
Bu hep böyle gelip gitmişti. Yemekhane sırasında çıkan bir kavgayla başlamıştı her şey. Bizim Jimin, yanlışlıkla onlardan birinin tabağını alınca ortalık karışmış, çıkışta da birbirimizi bir güzel benzetmiştik. Sonra işler büyümüştü. Sırf zevkine bile dövüştüğümüz oluyordu. Kulağa çocukça gelse bile normalleştirmiştik bunu kendi aramızda. Okulun kanlı bıçaklı iki tayfasıydık işte.
"Başımıza daha fazla bela olmayın," Hoseok, sakızını patlatıp omzuma bir yumruk attı. "Bir süre görüşmeyelim. Okuldan atılırsam babam eve almaz."
"Al benden de o kadar," Jimin, kaşındaki yarığa dokunup mızıldandı. Akşama kadar büyütür dururdu şimdi. "Kendinize başka dövüş dostu bulun. Ben yokum."
Çoğunluktan onay mırıltıları yükselmişti sonrasında. Şaşırmış değildim, zaten bekliyordum böylesi bir tepki. Sadece Taehyung'un konuşmaması sinirimi bozuyordu. Karşıma geçmiş, ıslak kırmızı saçlarını geriye yatırarak ve kalın dudaklarının arasındaki kürdanı dişleriyle ezerek, tam da gözlerimin içine bakıyordu. Bu bakışlar, tehlikeli bakışlardı. Karnıma yediğim yumruklar yetmemiş gibi bir de bu bakışlarla eziyet ediyordu bana.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
8/25
Fiksi Penggemarhırçın çocuklar, hoyrat öpüşler. itlik ve serserilik. paylaşılamayan sigaralar, ağlarsan devrileceğim. 1 haziran 2020.