Mayıs ayına geldik. On yedisi benim, on sekizi Yavuz'un doğum günüydü. Telefonum hala annemdeydi, yazsa da arasa da göremeyecektim. Benim doğum günümde annem pasta almış, işten gelince sürpriz yapmıştı. Çok şaşırmış ve bir o kadar sevinmiştim. Annemden böyle bir şey beklemiyordum. Onca tatsızlığa rağmen bana bu inceliği göstermesi benim için aynı zamanda hayret sebebiydi. Acaba iyi gününe mi denk gelmiştim, bilmiyorum. O pastayı kafamdaki pek çok soruyla birlikte tadarken bir yandan Yavuz'u düşünüyordum. Ertesi günün sabahında Yavuz'u aramaya karar verdim. Okuldan bir kız arkadaşımın telefonunu rica ettim. Telefona Yavuz'un numarasını yazarken ellerim titriyor, kalbim yerinden fırlayacak gibi çarpıyordu. Onun sesini duyunca, yüzümün heyecandan pespembe olduğunu hissedebiliyordum. Çok konuşamadım. Nasılsın, ne yapıyorsun diye telefonu açıp doğum gününü kutladım, sanki buz küpüyle konuşuyordum ama onunla konuşmak beni rahatlattı. Meğer son konuşmamızmış. Annem eve gidince telefonu verdi, yazıyordum ama çoktan engellemişti. Engellediğini bile bile, ona yazdıkça yazdım. Sonra oturup kendimle konuştum. Onu silmek için söz verdim kendime. Numarasını sildim, ezbere de bilsem bir daha yazmadım. Aklıma geldiğinde bir uğraş bularak günden güne içimdeki sevgiyi öldürdüm. Buna mecburdum, yeteri kadar sıkıntım varken bir de karşılıksız sevdamın derdiyle uğraşmak beni çok zorluyordu. Tamamen kapattım zamanla o defteri.
Artık dokuzuncu sınıftan mezun olabiliyordum. Ama o okulda benim isteyerek okuyabileceğim bir bölüm yoktu. Onuncu sınıfa başlarken tekrardan okulumu değiştiririm. Yaz tatiline girmiştik. Evde durdukça kafayı yiyordum. Annemin her yaptığı, her dediği söz batıyor ondan uzaklaştıkça uzaklaşıyorum. Çok bunaldığım bir akşam üzeri, annemden izin almadan çıktım evden. Demetlerde kalmaya karar verdim. Telefonumu da kapattım. Öncesinde mahalleden arkadaşım Büşra ile haberleştim ve onların evine gittim. Kapıda beni karşılayan Büşra'ya annem ararsa bir şey söylememesi için tembihledim. Saat akşam dokuz civarıydı hava iyice kararmıştı. Büşraların evinin dış merdiveninde oturduk, konuşmaya başladık. O gün ilk defa birine içimi açtım. Uğradığım tacizi, yaşadıklarımı, yaptıklarımı, acı içinde kıvranışımı, her şeyimi anlattım. Tek kelime etmeden, ağzı açık dinledi. Sözümü bitirdiğimde yüzüme acıyarak bakıp "Feyza sen nasıl yaşıyorsun?" dedi. Sadece gülümsedim. Başka diyeceğim bir şey yoktu. Benim tebessümlü çehremin altındaki hüzün yüklü gerçekliği hücrelerine kadar hissedince, aslında yaşamadığımı anladı. Sessizlik içinde derin bir of çekip kalktım yerimden. Vedalaşırken, konuştuklarımızın aramızda kalması gerektiğini söyleyip Demet'lere geçtim. Demet yarı uykulu bir halde kapıyı açtı, odasına geçtik. Ben uyuyorum diyerek uyudu. Ben uyuyamadım, ağladım. Sabaha kadar çaresizlik içinde kıvranarak ağladım. Sabah olmuştu, gözlerim kan çanağı gibiydi ve şişmişti. Demet bir panikle kalktı yataktan, ne oldu diye sordu bir şey yok diye geçiştirip telefonumu elime aldım. Annem birçok kez aramış, nefret dolu mesajlar atmıştı. Daha ben yazdıklarını okuyamadan aradı. Ağlıyordu, bağırdı neredesin sen diye. Eve gel, dediğinde üstelemeden tamam dedim. Kahvaltıya kalmadan çıktım Demetlerden. Uykulu halimle bindim minibüse. Eve gittiğimde annem çok sinirliydi çok bağırdı sağa sola vurdu, kırdı. Söylediklerinin bitmesini bekleyip yatağa uzandım ve uyudum. Söyledikleri, hakaretleri umurumda değildi tek istediğim uyumaktı. İstediğimi de yaptım. Uyandığımda hala bağırıp çağırıyordu ama ben yine umursamıyordum. Günlerce böyle devam etti. Defalarca ölmemi istediğini söyledi. En son bulduğu ilaçları önüme atıp "Al senin istediğin bu, öl" dedi ve ekledi "Keşke o gün ölseydin en azından 3 5 gün ağlar şuan seni unutmuş olurdum" Canımın anlık yanışıyla ağlamaya başladım. Yüzüne baktığımda nefretten başka bir şey hissetmiyordum. Ben cevap vermedikçe sinirleniyor, damarıma basıp canımı daha çok yakmaya çalışıyor ve başarıyordu da. Üç dört gün hiç susmadan konuştu. Sabrım taşmış, kendimden geçmiştim. Hayatımın bir anda değiştiği ve zorlandığı gündü o gün. Annem de kardeşim de işteydi. Artık her şey bitmeli, bitmeliydim. Bir kağıt, bir kalem alıp başladım bana yaşattıklarını yazmaya. Sakince, sona varmış olmanın huzuruyla, acının tebessümüne eşlik eden gözyaşlarımla başıma ne geldiyse, ne yaptıysam, ne yaşadıysam sorumlusunun onlar olduğunu ve onlara olan nefretimi en kısa haliyle yedi sayfaya sığdırabildim. Ve sonuna, "Bugün benim en mutlu günüm, ölüyorum." yazıp yatağın üzerine bıraktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Elveda Çocuk
Non-FictionBurada anlatılanlar tamamen hayatımı anlatmaktadır, kurgu yoktur. Çocuklukta maruz kalınan psikolojik olarak etki yaratacak olayları içermektedir. Sizin için ağır olduğunu, etkileneceğinizi düşünüyorsanız okumamalısınız. Son olarak ''Hayat h...