Birkaç gün geçti. O günden sonra bana karşı daha hassas davranmaya başladılar ya da o kadar ağlamama acıdılar bilmiyorum. O konu bir daha açılmadı. O soru bir kez daha sorulmadı. Ama keşke hesabını sormak istedikleri şey her neyse bana değil, Meşter'e sorabilselerdi. Yüreğimin parçalanmışlığı yüzüme yansımıştı. Beynimin içindeki sorular ruhumu daraltmış, çaresizlik içinde köşeye çökmüştüm. Ne zaman bitecekti bu işkence? Nereye kadar? Nefes almaya çalışmak için sokağa vurdum kendimi. Belimde olan saçlarımı omuz hizasında kestirmek için bir kuaföre girdim. Geçmişin karanlık yüzüne tanıklık etmiş sevgili saçlarım, annemin ağlarken ilk defa tattığım merhametli her okşamasında teselli bulduğum saçlarım artık yoktu. Haber vermeden çıkmıştım. Yalandan endişelenmişler. İlgili görünmek için maksat. Saçlarımı kestirdiğimi ilk görenler annem ve teyzem oldu. Neden diye soramadılar. Sadece gülümsedim bu şaşkın bakışlarına.
Anneannem yaz aylarında Adana'nın sıcağına dayanamayıp yaylaya giderdi. Yayla zamanıydı yine. Annem, ben, Muhammet ve iki teyzem topladık eşyaları düştük yaylanın yollarına. Bana gösterilen iyi yüzler meğer oraya varana kadarmış. Herkes değişti sanki beni düşman gibi görüyorlardı. Kafalarında bana dair ne kurguladılar acaba? Bunun yanıtı o gün amcamın dilindeki o iğrenç soruyla bağdaşıyordu. Artık otursam suç, kalksam suç, yatsam suç, her şeyim suçtu. Tamam ama birkaç günde ne değişti anlamadım. Gelen bir laf çarpıyor giden bir laf çarpıyordu. Öyle keskin cümleler ki her biri tokat gibi. Ne yapsam gözlerine batıyordu. Dağın başı, ne yapacağım ben burada? Ya yatacağım ya dolanacağım ama hepsi suç, hepsi yasak. Telefonuma da el koyulmuştu. Kafalarının içindeki beklenti karşılanmayınca onun da cezası bana kesildi. Ne yani, beni Meşter'e tapuladılar da haberim mi yoktu? Kim bilir, elin gariban çocukları hakkında neler düşündüler. O namussuz da hiç yamuk mesaj atmaz ki. Öyle şeytan ki o.
Yaylada geçen sekizinci günümdü. Bari dedim bir şeyler çizeyim de ağzına kadar dolu olan kafam dağılsın. Buldum bir kalem sonra annemden zar zor izin alıp telefonundan örnek çizimlere bakıyordum, bağıra bağıra küçük teyzem geldi: ''Hacer senin telefonunun bunun elinde ne işi var!'' Amacım birilerine ulaşıp gizliden mesajlaşmak falan değildi ama o öyle anlamıştı. Ani bir hareketle telefonun ekranını kapattı. Şifresi olduğu için açamıyordum. Kağıt kalem ve telefon sandalyenin üzerinde duruyor, ben yerde oturuyor teyzemin yüzüne iğrenerek bakıyordum. Ulan birkaç ergen mesajından sebep mi benim yaşadıklarım? Şimdi mi bu kadar namus abidesi kesildiniz başıma? Sinirlensem de, üzülsem de, hatta haksızlığa da uğrasam asla ağzımı açamam. İçime kapanmışlıktan, susturulmuşluktan olsa gerek. Boğazım düğümlenir, ruhum kıvranır, dilimin ucundadır ama asla çıkmaz çıkamaz dışarı. İçimdeki o ses haykırır söylemek istediklerini ama dudaklarımda kıpırdama olmaz. Yılların getirdiği bir şey bu. O an da öyleydi. ''Bir şey yapmıyordum ki'' derken gözlerimden yaşlar süzüldü.
Hakikaten, ben ne yapmıştım ya da eksik olan neydi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Elveda Çocuk
No FicciónBurada anlatılanlar tamamen hayatımı anlatmaktadır, kurgu yoktur. Çocuklukta maruz kalınan psikolojik olarak etki yaratacak olayları içermektedir. Sizin için ağır olduğunu, etkileneceğinizi düşünüyorsanız okumamalısınız. Son olarak ''Hayat h...