Haftada birkaç kez görmeye geliyor ama konu vedaya gelince durum içler acısı. Kozan'ı inletti ''Anne gitme!'' feryadım fakat engel olmadı ardından gözü yaşlı bakmaya. Sekiz yaşıma kadar olan süreçte babamı hiç hatırlamıyorum. Sadece birkaç fotoğraf. Yetti mi bana? Baba sevgisinin boşluğunu fotoğraflarla kapatmam için yetmedi tabii. Birinci sınıfa başladığımda bile yoktu. Çok heyecanlı ve çok hevesliydim. Arkadaşlarım olacak, resimler çizecektim. Her ne kadar etrafımda olup bitenleri tam olarak algılayamasamda çocuk işte hissediyorsun yolunda gitmeyen şeylerin olduğunu. Bu kötü hislerin yerini yeni bir heyecana bırakıyor olması bazı şeylerin üzerini örtmemi sağlamış. Ama ne yazık ki bütün hevesim heyecanım okulun kapısından babaannemle el ele girene kadardı. Diğerlerinin elini anne babaları tutuyordu kimisi korkuyor, gözyaşları süzülüyordu yanaklarından. Anneleri eğilip parmağıyla siliyor, öpüyordu. Onlar ilk defa tek kalmanın korkusuyla ağlıyor, ben ise neden annem babam yok diye ağlıyordum. Sınıfa girdiğimizde aynı görüntü vardı elleri annesi babası tarafından sıkı sıkı tutulan arkadaşlarımı görünce utandım, git dedim. ''Git babaanne, ben korkmuyorum.'' Bu kız nelerle mücadele edecek bilmiyorsun. Tekrar tekrar sorup emin olduktan sonra çıktı sınıftan da kapıda beklemiş. Göğsü kabarıyor tabii benim kızım cesaretli diyor. Canım babaannem sebebini bilse çok üzülürdü. Çok sordular annen baban nerede diye arkadaşlarım. ''İkisi de çalışıyor, hepsi bizim için.'' Bana da böyle söylemişlerdi, yalan söylemedim kendimce. Herkes pembe pembe kitap defterlerini kaplarken babasına nasıl yardım ettiğini anlatırken ben sadece dinlemekle kaldım. Çünkü benim kitaplarımı amcam ve babaannem kaplamıştı. 7 yaşındaki çocuğun en büyük hayallerinden birinin kitap ve defterlerini kaplayan babasına dişiyle kopardığı bandı uzatmak olması acı mı tatlı mı bilmiyorum. Birinci sınıfı eksik hislerle bitirdikten sonra İstanbul'a geldik. Babam bir sitenin güvenliğinde işe başlamış, bir ev tutmuştu. Oturacak koltuğumuz bile yok yerde yatıyoruz çünkü babam satmış ayrılınca ne varsa. Annemin getirdiği birkaç kaşık çatal, tabak, tencere ve polis olan amcamın bekar evinden kalma kapağı tutmayan buzdolabımızla ahı gitmiş vahı kalmış çamaşır makinemiz var. Gelin bir de benim gözümden bakın: Saraydı. Annem babam ve kardeşimle gözümü açıp kapatıyorum. Anne baba diye seslendiğimde yanıt geliyor hem de aynı evin içinde, bizim evimizin içinde. Var mı bundan daha güzeli dünyada? Yok, yoktu.
Çengelköy Rasathane yokuşundan inerken sol tepede kalan harabe evde yok oluyor benim asıl çocukluğum. Komşularımız bize hoş geldine gelince gördüler evimizin halini. Hakkı ödenmez hiçbirinin kimisi yatak kimisi kıyafet, kimisi erzak, kimisi çekyat verdi. Artık evimiz dayalı döşeli gibiydi ama asla hiçbirisi aile olmanın huzuruyla eşdeğer değildi. Gece uyurken üstümü örten annem veya babamsa benim için betonda yatmak sorun değildi. Ev sobalı olduğu için mecbur yakacak bir şey aramalıyız. Kömüre verecek para yok çünkü. Evimizin arkası boş villa ve çok fazla ağaçla doluydu. Böcek çıkardı hep bir yerlerden, elimde tuttuğum odundan veya kozalaktan. Karıncadan bile korkarım, bu yüzden hiç sevmezdim odun toplamayı. Anne Muhammet gelsin ben gelmeyeyim lafı üzerine ''Yürüü!'' demesi zulüm gibi gelirdi. Keşke hayatımdaki tek zulüm o olsaydı, bütün dünyaya odun toplayabilirdim hem de böceklere rağmen. İstanbul'da küçük dayımın oğlu olan Meşter, karısı Haine ve oğlu Berkan'dan başka akrabamız yoktu. Kuzenim Meşter otuz dört yaşındaydı ve benden bir yaş küçük oğlu vardı. Onları ilk defa görüyordum. Dayımın bir tane daha oğlu olduğunu biliyordum ama hiç gelmezdi Adana'ya. İlk geldikleri gün tanışma faslı falan geçti. Oğlu Berkan ile oynadığımız oyunu hatırlıyorum. Gelirken aldıkları çikolatayı çekyatın üzerine koyup az uzağında üçümüz dizilip ilk kim alacak diye yarışıyorduk. O günden sonra görüşmeler her hafta sonu oldu. Ya onlar bize geliyor ya biz onlara gidiyorduk. Onlar yine bir hafta sonu bizdeyken geçen bir tartışma hatırlıyorum. Akşam vaktiydi, sesler çok yükselmiş Haine kocası Meşter'e bağırıyordu. Annem bizi uyutmaya çalışıyor, ne olup bittiğini anlamamıza izin vermiyordu. Berkan'ı da alıp yatağa soktu, ışıkları kapattı. Sesler çok yüksekti, Haine ''Kim o!" diye bağırıyordu. Sebebini merak ederken uykuya dalmışım. Ertesi gün uyandığımızda herkesin yüzünden düşen bin parçaydı. Annem gülümseyerek kendince eğlenceli şeyler söyleyerek ortamı yumuşatmaya çalışıyordu. Kahvaltıdan sonra çok durmadan gittiler ortamın gerginliği onlar gittikten çok az bir süre daha devam etti. Haine'nin niye öyle çılgınca bağırdığı kalmıştı merakımda oyuncağımı elime alana kadar.
Artık okula gidecektim. İkinci sınıfa. Annem her gün okula götürüyor getiriyordu. Küçüklük hayallerim bir bir gerçek olmuştu. Gerçi yine küçüktüm ama. O günler ne güzeldi. Gece yarısına kadar sağımda annem, solumda babam, karşımda Muhammet defter ve kitap kaplardık. Tek tek özenle keserdim bantları. Dünyada benden daha mutlu bir çocuk var mıydı? Ya da kendince kocaman hayalleri gerçekleşince şükrün ne olduğunu sekiz yaşında öğrenen bir çocuk? Azdır. Mutluluğun anlamıydım, etrafıma da bulaştırıyordum gülen yüzümle. Ta ki o eve taşınana kadar.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Elveda Çocuk
NonfiksiBurada anlatılanlar tamamen hayatımı anlatmaktadır, kurgu yoktur. Çocuklukta maruz kalınan psikolojik olarak etki yaratacak olayları içermektedir. Sizin için ağır olduğunu, etkileneceğinizi düşünüyorsanız okumamalısınız. Son olarak ''Hayat h...